28.10.2008

üç maymun...

haftasonundan beri şoktayım... çok garip bi şekilde acaip aciz hissediyorum kendimi... küçük bi çocukmuşum da diğerleri için hayatin rutini bi eylem bana yasaklanmış gibi... ne çocukken ne de yetişkinlikte böyle bi durumla hiç karşılaşmamış biri olarak gerçekten şoktayım... şimdi de sanki yasadışı bişey yapıyormuş gibi, alakasız bi kanaldan, içimi dökmeye çalışıyorum. oysa tek yapmak istediğim, göğsümü gere gere hayatıma dair detayları biriktirmek, belki birileriyle bişeyler paylaşmak. ama haşşaaa, bu ne cürret, paylaşımmış, kayıt tutmakmış senin ne haddine böyle bi ülkede...
karikatür: bekir çakmak

23.10.2008

halis sabunun alameti farikası...

el, yüz ve banyo icin asla sabundan vazgeçemeyenlerdenim... sıvı sabunlar, yüz yıkama jelleri, duş jellerinin tümü bana acaip bi deterjan hissi verir, ve hep onları tenimde kalmıs gibi hissederim... benim icin yıkama eyleminin gereci sabundur... bu boyle biline...
sabunlarım arasında da en bi pek sevdiklerim bunlardır ki, hepsinin kokusu bana hayatımda farklı zamanları hatırlatır... lavantalı tariş sabununu her izmire gittiğimde konak tarişten alırım... artık tarişin, yeni pek havalı magazaları da var biçok yerde, ama orası bana daha bi baska gelir... dalan sabunlarını çok yakın zamana kadar ortalıkta bulmak zordu, annem yıllardır onları çuval benzeri bi pakette egede biyerlerden (muhtemele aydın) getirtirdi, ben de ondan alırdım, simdi yeni yeni bazı market raflarında tek tük görüp alabiliyorum... 3. en favori sabunum ise, istanbulda yaşayanların defalarca önüden geçtiği, eminim ki pek çoğunun geçerken farkına bile varmadığı, taksimde vakıflar bankasının arka kısmında, beşiktaş dolmuşlarının durağına gelirken sağdaki vakıflar mağazasından aldığım miss kokulu zeytinyağı sabunu....
tariş ve dalan yeni hamleleriyle daha bilinir ve bulunabilir oldular, ama vakıflar özelleşecek ve o magazalar kapanacak diye ödüm kopuyor...
ps: bu arada bu slogan baska bi markaya aitti galiba, ama bu kisiden kisiye değişir bişey nasolsa...

22.10.2008

perşembeyi sel aldı...

Yaklaşık 2 senedir salıları sevgiliyle spor günümüz... dü... onun basketbol, benim yoga... ama bu sene onun basketbol maçları perşembeye alınmak zorunda kalınca, perşembe akşamı programları da onsuz olmak durumunda olacak... bu da benim, ya arkadaşlarımla ozel buluşmalarım, ya alışveriş merkezi turlarım ya da evde kendi kendime kız filmlerimle başbaşa geşireceğim akşamlar demek...
İste geçen iki perşembedir bu programlar da başlamış oldu... ilki uzun zamandır görüşemediğim çook eski bi arkadaşımla buluşma, gecen perşembe de, biraz yeni sezon turu ve biraz da alışveris akşamı olarak geçti... yeni sezondan bişeyler bakıcam diye çıkıp, sadece tek bir parça alabildim... bunun dışında park bravo dan yaz sezonu suyunu suyu indirimlerinden hiç aklımda olmayan bir etek ve bir şapka ve deeee beta da yaz indirimlerinde bakıp cok rahat bulduğum, ama gerek yok diyip 69 liraya almadığım su ayakkabıları, hersey 49 lira indiriminde almaya karar verip, kasada bi daha indirime girdiği sürpriziyle karşılaşarak sadece 29 lira ödeyip almış oldum... nasıl bir mutluluk, nasıl bir hafiflik, tarif edilemez!!!
Gecen yaz sezonunda alınan 8. ayakkabı olarak dolabımdaki yerini alamadı, çünkü dolaba sığmıyorum...Bu perşembe akşamları buna benzer daha pek çok seneyoya şahit olacak gibi gözüküyo, galiba en hayırlısı bol bol arkadaşlarla bulusmak ve de eve film stoklamak...

15.10.2008

Rondnoir...

Üzüntümüzde, sevincimizde, boşluğumuzda, sıkıntımızda, bizi yanlız bırakmayan sadık dostumuz NUTELLA ile gönüllerimizde taht kuran pek sevgili ferrero, ülkemizdeki pek çok benzerine de ilham kaynağı olan rocher'den sonra; boş durmamış, kendini aşmış veee rondnoir'i yaratmış. Hakikaten fantezi bişey olmuş...
Şimdi merak ettiğim; 'king top' la özellikle ergen delikanlı gençlerimiz arasında uçsuz bucaksız esprilere konu olmuş, pek yaratıcı yerli imalatçılarımız, bu ürünü hangi muhteşem isimle bizlere sunacak acaba...

14.10.2008

Fuar, sergi vs.

Bu pazar ilk defa autoshow a gittim. Sevgili daha önceleri okul yıllarında falan da gidermis, ama beraber oldugumuz nerdeyse 10 senedir o da hiç gitmemisti. Ben de pek çok kadına gore arabalar konusunda çok daha fazla ilgili ve bilgili olmama rağmen hep duyup, hiç oralı olmaz, bence daha önemli şeylere vakit ayırmak gerek diye düşünüp gitmezdim. Geçen hafta sevgili, bi arkadaşların araba seçmek için beraber gitmeyi teklif ettiklerini söyleyince, bunca zaman sonra artık o ortami da bi gorüp deneyimlemenin pek de fena olmayacağını düşünüp, hiç itiraz etmedim.
Tam tahmin edildigi gibi, tam bir erkek ortamı. Ama tahminimden çok daha fazla aile vardı, sanırım onlar da gerçekten alacakları arabaya karar vermek için gelmişlerdi. Zira sadece alınması biraz (!!!???) zor arabaların bir kez olsun koltuklarına oturmak, ve uzun bacaklı konu mankeni kızları kesmek için gelen tipleri o kalabalıkta bile ayırt etmek o kadar kolay ki...

Peki tamam itiraf ediyorum ben sadece fiat 500 ü görmek için gittim... Gördüm, inceledim, bindim ve bu yeni hali bile bana çook küçük geldi. Eski halini düşünemiyorum bile... Herhalde buzdolabının içinde oturmak gibi bişeydi. Bu buzdolabıyla kıyas işine taktım bu ara, zira fuarda bu arabanın motoruna da 'aa buzdolabı motoru kadar ama bu' demiştim. Hayır olsun.


Çıkışta gördüğümüz bu küçük, şirin, muhteşem tasarımlı şey de 1. bonusum oldu...
Fuardaki pek çok arabadan daha fazla ilgi çektiği kesin, doğru dürüst fotoğraf bile çekemedim...

2. bonusum da, baştan sevgiliyle pazarlığını yaptığım, veli efendi hipodromundaki 360 derece İstanbul fotoğraf sergisiydi. Bazı fotolar çok etkileyiciydi, özellikle boğaz ve çevresiyle ilgili olanlar, bazıları da çekilmiş olsun diye çekilmiş gibi geldi. Daha önce, aynı şeklide 360 derece Paris sergisi çok daha etkileyici gelmişti. Acaba; o ne de olsa Paris oldugu icin mi, yoksa onceki sanatçinin başarısı mı... Bilmiyorum...

Cuma, cumartesi hasta yatıp , pazar gununu, kahvaltı sonrasında tüm enerjimi harcayarak da olsa dolu dolu gecirerek, bu haftasonunun tümünü hastalıkla harcamamış oldum böylece...
Bi de cumartesi dinlenirken, purple violets diye; edward burns un oynayıp yönetmenliğini yaptığı, gerek kurgu, gerek senaryo gerek oyuncuları aşıcından cok kötü bi film izledim.
Neyse...

10.10.2008

BA-YIL-DIMMM...

iş arası kaçamaklarımda gezinirken gördüğüm bu elbiseye ben tek kelimeyle BA-YIL-DIMM...

7.10.2008

bozcaadayı...

daha uzun süreli kalacağımız, daha farklı bi mevsimde yapacağımız, ve adanın farklı daha pek çok güzelliklerini de tadabilecegimiz ikinci ziyaretimize kadar,

her an, her yerde , etrafimizda fütursuzca dolanan kargaları,

tatlı, tatlı kızarmakta olan uçsuz bucaksız bağları,

hepsi birbirinden guzel ve etkileyici koyları,


pekçoğunda ilginç detaylar ve bezemelerle dolu taş evleri,

yemyeşil, sımsıcak, insanı tatli bi samimiyetle saran sokakları,

bize tatlı bi tebessüm hediye eden yaşama dair ilginç detayları,

bu kış çetin geçecek diye haykırırcasına avlu duvarlarından taşan ayva dalları,

olur olmadik bi sürü yerde karşımıza çıkan, renkleriyle bizi hayrete düşürüren balık ağlarıyla güzel bi rüya gibi hatırlıycam.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...