30.12.2008

evimizin değişmez, yegane yeniyıl dekorasyonu...

bu yıl bi garip. zerre kadar yeni yıl heyecanı, coşkusu yok içimde... bunu pekiştirecek bi ortam da olmadı hiç, çok garip... etrafimdaki hiçkimseyle, sözbirliği etmişçesine yeni yılla ilgili en ufak bi diyalog olmadı, kimse bu yılbaşı ne yapıyorsunuz, ya da şunu yapalım mı demedi ve ben de hiçkimseye böyle cümleler kurmadım, cidden çok garip...


neyseki şuradaki sevimli yeni yıl postlarını okuyup biraz olsun gaza gelmemek olmaz diyip, evimizin son birkaç yılın değişmez ve yegane yeni yıl dekorasyonu objelerini çıkarabildim çekmeceden... biricik eski dostum B. nin benim için, kendisinin desenini çizip elleriyle diktiği kırmızı pachwork çam ağacı yastığım, bi de yine çam ağaçlı kapı süsümüz... hepsi bu...



neyse hal, hissiyat ne olursa olsun yeni yıla, yeni ya da yenilenmis anlamlar yükleme geleneğini bozmayayım, ve yeni yıl dileklerimi buraya da yazıp pekiştirerek gerçekleşme ihtimallerini arttırayım...


- öncelikle etrafımda sevdiğim bağlı olduğum herkes için sağlık ve huzur istiyorum
- ailemi bu yıl daha çok görebilmek istiyorum
- malum kriz ortamının kısmen daha az yıpratıcı olmasını istiyorum
- tembellik ve üşengeçlik etmeden, yogayı hafatada 2 ye fixlemek istiyorum
- aylık arkadaş buluşmamızın, tek çabalayan ben olmadan da devam etmesini istiyorum
- yurdışı çıkışlarımızdan birini u2 konserine denk getirmek istiyorum
- yarım kalmış, bi de açılmamış bekleyen puzzle larımı başlayıp bitirmek istiyorum
- her yıl çıktığımız mavi turun bu yaz yine olmasını istiyorum
- aylardır bu aralar başlığında yazan tadilat işlerimi mümkünse yılın başlarında tamamlamak istiyorum
- londraya gitmek istiyorum


neyse daha uzatmadan, olma ihtimali yüksek maddelerden ibaret bi liste olarak tamamliyim ki, seneye gerçekleşenler çok olsun ve sevineyim...


böyle bi post şunu söylemeden bitmez;


MUUUTLUUUU YIIIIILLAAAAAR....

29.12.2008

müjdeler olsuuun...

bayoğlunun mihenk taşlarından, yılların vakko mağazasını satın aldıklarından bu yana kaç senedir inşaatı bitmeyen, 'naapıyolar burda bu kadar zamandır' diye arada brandaların arasından şantiyesine baktığım beyoğlu mango, nihayet cumartesi açıldı. gördüğüm en farah mango mağazası olmuş, standlarda da beyoğlu ambiansına da uygun farklı bi concept uygulanmış, çok başarılı. alt katı da lebi derya bi outlet, kadıköydekini aratmaz büyüklükte... ben bi hayırlı olsun uğraması yapıp bi pantolon bi kazakla tebrik ettim kendisini...
ne diyelim gözümüz aydın...

25.12.2008

İS-Tİ-YO-RUMMM!!!!


başka bişey için kotonun sitesine bakarken bunu gördüm ve vuruldum... sezon temalarından bohem-rock koleksiyonundan bi parça...

indirimler de başladı ama, hala bulma şansım olabilir mi acaba...

lütfen,lütfen olsun...

24.12.2008

başarılı bi kampanya görseli...


birkaç sezondur lacoste un havada uçuşan insanların olduğu kampanya görsellerini çok beğenerek takip ediyorum. bu ay ( aralığı kastediyorum, dergilerin piyasaya çıkma zamaları açısından yoksa artık geçen ay mı demeliyim*?!) aldığım bi dergide gördüğüm bu fotoğrafa da bayıldım. kullanılan renkler, kıyafet kombinleri, görselin kompozisyonu, hepsi çok başarılı olmuş.
soğuk, karlı kış ambiansı, bu tatlı pastel renklerle ancak bu kadar iyi hissettirilebilir...

22.12.2008

aNaHtarKElimeLeRleANlatTımDEnemEsi

OfiS/eV/bAYkus/beYaZŞarap/yağMuR/ayHansiCimOğlu/rÜYa/yemEktaKımı/seRvİs/yoGa/YaĞMur/eSSe/yuFka/DiviDEd/aRagÜLer/iSTanbUlküÇük/kaŞKol/kAntiN/TuRkCEll/pEyniR/bUlaŞIk/KırMızIşaRAp/CeMYılmAz/taHinPEkmeZ/gaZetE/bUlaŞIk/kıZIlkayALar/tÜNel/laTTe/keSTanE/lokUM/arOg/yaĞMur/saÇköPÜğü/bUlaŞIk/mAYdoNOz/eNkıSagÜnbİTti.

19.12.2008

flatshare olayı...

yurtta kaldığım dönemde, önemli sorunlarımızdan biriydi buzdolabı paylaşımı. yiyeceklerin çalınması, bi türlü temiz tutulamaması ve içindeki yiyeceklerin de kokması vs. bu tasarımı görünce hemen o günler canlandı gözümde. yurt sonrası eve çıkmak, kendine ait bi buzdolabının olması açısından da önemli bişey olmuştu, diğer önemli bileşenlerle beraber tabiii.... ama tabii burda nostaljiye dalıp, iyi kötü o günleri yaadetmenin hiç sırası değil...
bu son derece fonksiyonel ve şirin görünümlü tasarımı tebrik etmek istiyorum... tasarımcısı Stefan Buchberger ( University of Applied Arts in Vienna da tasarım öğrencisiymiş), bu tasarımıyla electrolux design lab 2008 in birincisi olmuş. Stefan Buchberger; paylaşımlı yaşantıda kirli bi buzdolabından daha kötü bişey olmadığını düşündüğü için böyle bi tasarım yaptığını söylemiş... benden de bi afferin sana Stefan...

18.12.2008

tatil bitti...

iki günü yolda, aradaki 6 günü bir elim yağda diğer elim balda, son günü de evde ve önemli bi ziyarette geçen kooca tatil bitti... döner dönmez takvime baktım, seneye yok öyle uzun bayram tatilleri falan, nanay...
pazartesi itibariyle de, tatil öncesi sinyallerini veren yoğun temponun tam ortasında bulunca kendimi, anladım ki tatil bitti sendromu, işlerin de bu hissiyatı pekiştirmesiyle kolay geçmeyecek bu sefer...

bu tatilin sonunda;
aileyle hasret gidericez diye heveslenip sonrasinda akrabalarla, aile dostlarıyla, arkadaslarla görüşmeler paralelinde bunu istediğimiz kadar yapamadığımızı bir kez daha farkederek, bunun için en iyi çözümün onların buraya gelmeleri olduğuna karar verdim...
arkadaşlarla dart oynayıp bi yandan da sohbet etmenin mümkün ve de cok zevkli olduğunu farkederek, eve şu tchibo daki dart makinesinden almaya karar verdim... şimdi tek iş bunu sevgiliyle ortak kararimiz haline getirmek...
çook uzun zamandir gökkuşağı görmediğimi, bunun insanı heyecanlandıran bişey olduğunu hatırladım...
alıp başını gidenlerin, belirli bir süre sonunda dönmek durumunda olmalarının aslında iyi bisey oldugunu farkettim... her ne kadar onlar tam olarak boyle düşünmese de...

haaa bi de alıp basını gidenler geldi ama, elleri de bos gelmedi... pazar günü valizi bosaltırken bu tatil hic bisey almadım, hiç yeni bişey çıkmadı diye düşünürken, akşama elim kolu dolu olarak siparişlerim ve sürprizlerimle eve dönmek güzel oldu...


ps: gökkuşağı fotosunu araba ön camından çektim. son sürat ayarsız bi foto...

8.12.2008

bayram tebriii...

herkese sevdikleriyle, sevenleriyle beraber nice mutlu bayramlar....

4.12.2008

nerde bu blogun yemek tarifleri...

yeniden bi blog açma fikri henüz sadece kafamdayken, konular daha ağırlıklı olarak yaptığım ya da başka yerlerde denediğim yemekler olur diye düşünüyordum... ama geçen 2 aylık kayıtlarda gördüm ki pek de öyle olmamış, özellikle kendi yaptıklarıma pek sıra gelmemiş.

yemek yeme ve pişirme işi hayatında bu kadar önem arzeden, bu işi esasen bi keyif unsuru olarak değerlendiren biri olarak durumu biraz dengelemeliyim galiba.


son bir hafta, 10 gündür, bayram tatilinde uzaklarda olacağımız için buzdolabındaki stokları eritme konusuna yoğunlaşmış durumdayım. hayal ettiğim ya da canimizin istediği değil, elimdeki malzemeler üzerinden menüler hazırlıyorum dolayısıyla. ama bunun da keyfi bi başka bence. acaba sadece ben mi elimdeki malzemelerle biseyler yaratma(uydurma!!!) işinden keyif alıyorum. neyse... bi de evde iki kişi olmak ve yoğun çalışmak da, evde yemek yapılmasını ve bunların düzenli tüketilmesini zorlaştıran bişey. malum, bi toplantıdan geç saatte ve kurt gibi aç çıkınca evdeki hiçbirşeyi düşünmeksizin en yakın yemek mekanına atmak istiyo insan kendini... dolayısıyla malzemelerin dolapta birikme ihtimali artıyo...


ilk tarif, pazar sabahı için denediğim yumurtalı-tereyağlı ekmek. tarifi şurada görmüştüm, ama ben genelde yaptığım gibi oradaki malzeme mixini (bazen de varsa teknikle ilgili detayı) kendi temel ekmek ölçülerimle uyguladım. cidden dokusu çook yumuşak, güzel kokan bi ekmek oldu. içinde tereyağ da olduğundan, özellikle kahvaltıda bal reçel sürmek için ideal. tarif şöyle;

1yumurta

yumurtayla beraber 1+1/3cup olacak kadar su

3cup un

1/2 cup doğal kepek (marketlerin organik ürün reyonlarında oluyo)
2 yemek kaşığı rusheim (bunu bulmak biraz zor olabiliyo)

1 yemek kaşığı toz keten tohumu

1 çay kaşığı tuz
1 yemek kaşığı şeker

1+1/2 çay kaşığı instanat maya
1 yemek kaşığı tereyağ

malzemeleri en önce yumurta ve su, sonrasında üstüne un, kepek, rusheim, keten tohumu, kuru malzemenin köşelerine tuz, şeker, tereyağ ve ortaya da maya gelecek şekilde yerleştirip, ortalama 3 saatlik programda ekmek makinesini ayarlıyoruz, pişince afiyetle yiyoruz...



ikinci tarif, yine pazar kahvaltısı için hazırladığım pizza. bu tarifte dolaptaki malzemelerin eritilmesi ilkesi son noktaya kadar var.

şöyleki, pizzanın hamuru için dolapta kalmış, kısmen kuruyup sertleşmiş lavaş ekmeklerini kullandım. bir gece önceden lavaşları küçük küçük parçaladım, 1 yumurta, biraz süt, biraz zeytinyağı, tuz, karabiber, kekik ve kırmızı biberle bir bulamaç haline getirip, üstünü strech filmle kapatıp dolaba attım. sabah fırın tepsisine hemen hemen hamur kıvamına gelmiş bu karışımı yayıp, üstüne yine dolapta (onceki aldığımı unutup tekrar aldığım için) bekleyen beyaz peynir, siyah ve yeşil zeytin, kırmızı biber, kiraz domates, sucuk ekleyerek fırında 200 derecede malzemeler kızarana kadar pişirdim... fırından çıkartınca da üstüne biraz daha kekik serptim. sucuğu saymazsak tam bir akdeniz pizza oldu diyebiliriz.



üçüncü tarif, taaa güney ellerinden getirdiğim avokadoların sonuncusuyla yaptığım dip. bunda da, artık tamamen yumuşamış (kalmış demeye dilim elvermedi) avokadonun kabuklarını soyup çatalla eziyoruz. içine yarım limon suyu, 1 yemek kaşığı kadar sızma zeytinyağı ( aslında avokadonun %80i kendi doğal yağını içeriyor, ama bu yağı sadece zeytinyağın kokusu için ekliyoruz), ezilmiş sarmısak ve en incesinden küçük küçük doğranmış taze soğan (varsa frenk soğanı) ekleyip karıştırıyoruz. lezzetinin oturması için biraz dinlendirmek iyi oluyo. bunu söylemeye pek gerek yok ama, cips gibi kıtır bişeylerle olduğu kadar, et ızgaranın yanında patates püresiyle birlikte iyi bir eşlikçi olduğunu belirtmeliyim.

dördüncü tarif, pek de tarif sayılmaz, ama tatlı krizinde ya başka bi acil durumda iyi bi kurtarıcı... milföy hamurlarını buzluktan çıkarıp oda sıcaklığında biraz bekleterek yumuşatıyoruz. içine parmak şeklinde kestiğimiz kuvertur çikolatalardan koyup rulo yapıp kenarlarını biraz bastırıyoruz. daha kızarık ve canlı renkli olması istenirse üstüne yumurta sarısı sürüp (ben sürmüyorum) 180derece fırında 20-25dk kızarıncaya kadar pişiriyoruz. fırından çıktıktan sonra, biraz soğumasını bekleyip yemekte fayda var, çünkü içindeki erimiş çikolata ağzı yakabiliyo... bi de kuvertur daha kolay eriyo ama normal çikolatalarla da yapılabilir, çünkü zaten hamur pişinceye kadar çikolata çoktan erimiş oluyo... hııımmm, yazarken yine canım istedi...

3.12.2008

bu sezon şanslıyım...

geçen gün, evdeki eski dergileri ayıklama operasyonu sırasında, herzaman yaptığım gibi atmadan once soyle bi bakarken, gecen sene dergide görüp böyle bi kazak beğendiğimi hatırladım. sonra unutup gidip bakmamış olduğuma da pişman oldum. ama tabii son pişmanlık fayda etmez, gecen senenin ürünleri gecen senede kaldı kırmızı hanım dedim kendime.
sonraa geçen haftasonu play yoga sonrası daha önce baktığım, sonra almaya karar verdiğim bir iki parça bişey için dolanırken, tasarımlarını ve kalitesini beğendiğim bi yerli markanın (herry)gecen sene beğendiğim bu kazağı bu sezon aynen kopyaladğını gördüm. henüz indirime girmemişti ama bu ikinci şansı kaçıramazdım. hem zaten geçen seneki yabancı marka (stefanel)orjinalinin de yarı fiyatıydı. hemen aldım.

bi de ekim ayında da benzer bişey yaşamıştım. yine geçen sene harvey nichols da begendigim elia tahari tasarımı bi kazak vardı. bu sefer pahalı bulup almamıştım. veee onun da hemen hemen aynısını cok uygun bi fiyata vero moda da görüp hemen almış acaip mutlu olmuştum...

geçen sene başka neler beğenip almamıştım acaba, biraz daha düşüneyim bari...

1.12.2008

play yoga...

cumartesi günü, birkaç hafta önce, denemeden aldığım, üstümden taşan, m beden, güzelim kırmızı ekoseli gömleği değiştirebilmek umuduyla, birkaç haftadır yoklama verircesine, sektirmeden gittiğim beşiktaş cumartesi pazarı faslının ardından, geçenlerde şurada haberini görüp kayıt yaptırdığım yoga dersine katıldım.
play yoga with adidas.

Ekose gömlek hadisesi, artık bıkkınlığımın, ve değiştirme umudumun da sönmesinin etkisiyle yine ekoseli resimdeki gömlek elbiseyi almamla nihayet son buldu. pek de içime sinmedi, önceki gömleği bırakırken elim titredi ama neyse... bi daha denemeden birşey almama, ya da deneme imkanı olmayan şeylere hiiiç yeltenmeme konusunda ders oldu bu bana... tabii bu arada 3-4 haftadır pazara gitme ve hiç aklımda olmayan bi sürü şeye gereksiz para harcama durumları da cabası...
neyse asıl konu play yoga deneyimlerime geleyim... ben evime yakın dolayısıyla kolay gidebilmem bi de daha öncesinden de bilip, mekani beğenmemden ötürü essporto yu tercih ettim. İyi de oldu, daha önce detaylı olarak gezmis olmanın altyapısıyla, soyunma odalarında ya da stüdyoya ulaşma konusunda yardım istemedim ve hiç zorluk yaşamadım. (zira benim gibi yer-yön fakiri bi insan için bile kolay biyer.)
yoga stüdyosu olarak kullanilan salon, hertür aletsiz uygulamanın yapıldığı genel salonlardan biri, yani aynalı, şeffaf cam bölmeli fln. aydınlatma kotrolü gibi bişey sözkonusu değil. bunun dişinda diğer performanslarda arayıp da bulamadığımız bi artı belki, ama yoga için hayli soğuk ve havalandırmalı bi mekan.
derse gelince, bi kere play yoganın anlatılması, öğretilmesi gibi bi durum sözkonusu bile değildi. ben 2 seneyi aşkın süredir yoga yapıyorum, ve tüm pozları adım gibi bilmeme rağmen, dersi zar zor takip edebildim. oradaki bi sürü insan pozların yarısını bile takip edemedi. ne nefes kontrolü, ne pozların doğru yapılması, hepsi hikaye. üstüne aynı hareketin 7 kez üstüste tempolu şekilde tekrarı fln olmasıyla da olay ciddi ciddi aerobik gibi bi şeye dönüştü. kan-ter içinde sona yaklaşan, üstüne deli gibi üfleyen kanalların altında titreyerek biten bi ders oldu. ben sonrasında 2 aylık program alma hevesiyle gitmiştim, tüm heveslerim uçtu. bi de üstüne pazar günü vücudumun bi sürü alakasız noktasında kas ağrılarıyla geçince bu kararım kesinleşti.

En komiği de dersin sonunda adidas tüm katılımcılara şu resimdeki dersle ya da conceptle zerre kadar alakasız performans ipinden hediye etti. hemen bi, piknik ortamı lazım bana, bu ipi kullanmak için, ama o da artık sonraki bahara...

konak pastanesi...

cuma gunu rutin bi doktor kontrolu munasebetiyle nisantasi civarina gittim ve akşam konuk olarak gideceğimiz eve götürmek üzre konak pastanesinden bişeyler almayı akıl ettim. aslında aklım alman paztalarındaydı ama gitme saatine kadar sokaklarda geçireceğim süreyi, ve o pastanın alma olasılığı yüksek şekli düşününce vazgeçtim ve cheesecake te karar kıldım...
aksam da ofisten erken cikmam gerekti ve donuste ofise uğramadan sevgiliyi ofisin önünden aldım, karşiya geçtik. ve ta taamm; sevgili cheesecake imizi ofiste unutmuş. ben de bunu karşıya geçtikten sonra, kontaği kapattiğim anda sorma gafletini gösterince, koskoca 8 kişilik cheese cake ve muhteşem frambuaz sosu bize kaldı malesef. sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim. haftasonumuz hayli tatlılı geçti tabiki... neyse, allahtan evden çıkmadan önce çantama bi şişe bozcaada şarabı da atmıştımda durumu onunla kurtardık biraz.
daha önce beyaz çikolatalı profiterolü, alman pastası, turtasına hayran olduğum konak ın cheesecake ini neden henüz denememiş olduğuma hayret ettim. cheesecake ne kadar farklı olabilir ki dememek lazim, ilk lokmada anliyor insan. böylece farklı ürünlerle referansı güçlü yerlerin, diğer ürünlerini de mutlaka denemek gerekliliği bi kez daha kanitlanmış oldu...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...