20.06.2010

romaya dair kısa kısa...



yine hayli gecikmiş bir yazı... döneli 10günü geçti, hatta sonrasında iş için izmire geçip oradan da başka bir kısa tatile başladık bile... bu postu da erken uyanıp, kahvaltı  için ahaliyi beklediğim sakin pazar sabahımda yayınlayabiliyorum nihayet...

------------0-------------

çok dinlenip az gezicez, abartmıycaz diye diye gittigimiz roma seyehati tabii ki düşündüğümüz gibi olmadı... yine son raddede sınırları zorlayarak gezdik...

ammaan neyse, zaten şehrin sokaklarında doya doya sürtmeyince o şehri deneyimlemek de imkansız bence...

gezdiğim yerleri 1001inci kez burada da anlatmak biraz saçma geldiğinden, sadece bana ilginç gelen şeylerden ve bir iki naçizane tüyodan bahsetmek istiyorum...

- roma pass muhteşem birşey... sadece colleseumun girişindeki birkaçyüz metrelik kuyruğun yanından elinizi kolunuzu sallayarak geçip, bekleme süresini gezme süresi olarak kulanmak için bile değer... kaldı ki, fiyat olarak da zaten 3 günlük genel ulaşım kartı kadar bi bedel ödeyip, üztüne de iki müze girişi, detayli ve güncel bir harita ve roma güncel etkinlik kitapçığınız oluyor... nasıl hala bu kadar az biliniyor hayret ettim doğrusu... bu paketi, turizm infolardan ve bilet falan satan yerlerden alabiliyorsunuz...

- aşk çeşmesi de yalamış kardeşim. biz türkler dışında kimse bu çeşmeye aşk çeşmesi ya da benzer anlamlı bi isim vermemiş. çeşmenin adı aslen trevi çeşmesi, o da evlerinin bir cephesinin kapatılıp çeşme yapılmasına izin veren trevi ailesinden geliyormuş. para atma olayı da, sırtınızı çeşmeye dönüp bozuk parayı geriye doğru atıp çeşmeye düşürürseniz -ki bunu kim başaramaz tahayyül bile edemiyorum- romaya tekrar geleceğine inanılırmış. bunun hikayesi de yapımından beri bu çeşmeden akıp duran suların yıllardır aynı kaynaktan aynı şekilde buraya ulaşmasıyla ilgili bir inanışmış. yanii, yok öyle çeşmeye para attım, gönlümdeki prensime kavuşucam hayalleri...


- vatikan acaip biyer, müzeleri gezince sadece ellerindeki sanat eserlerinden bile ne derece zengin oldukları anlaşılıyor zaten... bi de dünyanın tüm hristiyanlarının kiliselere yaptıkları bağışlar falan düşünülürse, neden isviçre ile bu kadar iyi ilişkiler içinde oldukları ve neden tüm o komik giyimli askerlerinin isviçreden geldiği anlaşılabilir...

asıl bahsetmek istediğim ise, vatikanın dünyanın en büyük istihbarat ağına sahip olması... peki neden cıa, kgb falan değil de bunlar... sebep şu; dünyanın heryerinde milyar tane hristiyan düzenli olarak günah çıkarıyor da ondan... bu bana çok etkileyici geldi açıkçası, din sömürüsünün son noktası...

haa bi de vatikan müzelerine girişte sıra beklememek için şuradan rezervasyon yaptırmakta fayda var... özellikle sabah saatlerinde 2 saati bulabiliyormuş girişler... biz bu işi son dakkada hallettik, biraz bekledik saatimizin gelmesini ama en azından güneşin altinda değil de bir cafede...


- çeşmeler italyanın diğer şehirleri gibi burada da aynı. ortalıkta gördüğünüz çeşmelerin tümünden su içilebiliyor. tadı da yine marketlerde büfelerde vs. satılan şişe suların tadıyla neredeyse aynı. ama yok ben erikli gibi yumuşak, içimi kolay suya alışkınım diyorsanız, işte benim size vereceğim tüyo; doğruca biçok yerde sıkça göreceğiniz spar marketlere yöneliyorsunuz ve  sant anna marka 1.5 litrelik sulardan alıyorsunuz. bu suyun hem tadı muhteşem hem de 1.5 litresi 0.5 euro. şaka gibi...



- pazar günü bir heves biçok yerde abartılı bi şekilde bahsedilen porta portese pazarına düşürdük yolumuzu... şu yukarıdaki resimdeki oğluş pappalarını bulmasaydık bir tezgahta, tam anlamıyla vakit kaybı olacaktı bizim için... %90ı çin mallarından oluşan bir pazar burası... sadece iki tane 2. el eşya satan tezgah, birkaç tene de 2-3 euro ya 2. el giysi satan tezgah vardı.. onlara da karşıdan bakmakla yetindim, zira görünen şeylerden hiiç mi hiç kurcalama isteği uyanmadı bende... haaa bi de sadece bir tezgahta zeytin ağacından oyulmuş masif mutfak aparatları vardı ama her ne kadar aklım kaldıysa da bir kaşığa 25euro verecek kadar da etkilenmedim...

- h&m kasımda istanbul forumda kiraladığı 2500m2 lik mağazasını açıyor gerçi ama, bu arada hazır gitmişken benim gibi hem birkaç parça bişey bakarım diye düşünüp, hem de arkadaşlarınızdan sipariş alırsanız, hayal kırıklığına hazırlayın kendinizi... romada toplam 5 tane mağaza var ama bunların 4ü şehrin dışındaki avm lerde... sadece 1 tanesi meşhur alışveriş caddesi via del corso üzerinde ve onda da divided, erkek, çocuk, iç giyim, plaj vs. koleksiyonlarının hiçbirisi yok...

- campo di fiori pazarına da uğradık bi ara, ama buradan da elimiz boş çıktık... makarna, baharat,balzamik sirke vs. için en iyisi sokak aralarında gözünüze kestireceğiniz şık şarküteriler olmalı... zira bu pazardaki ürünler de ben turistiğim, ne tazeyim ne de lezzetli diye bağırıyordu resmen...

yanlız bu meydanda ve bunun gibi meşhur pek çok meydanda, forno isimli fırın zincirinin dükkanlarını göreceksiniz... hiç çekinmeden, kesilip tartılan gramaja göre fiyatlandırılan enfes incecik pizzalardan alıp ayaküstü bir öğlen öğünü yapabilirsiniz... hem çeşitleri farklı, hem de çok lezzetliler...

bi de yine bu meydanın köşesindeki oyuncak dükkanına da bir bakılmalı... birçok el yapımı oyuncak eminim herkesi benim kadar etkileyecektir... gerçi ben buradan renkli doğal taşlardan yapılmış peçete halkaları aldım ama neyse...

- biz romaya ulaşımımızı alitalia ile sağladık... ufak bir uyarı, uçakta yiyecek servisi yok... en önemlisi de alitalia, valizlerde 20kilo sınırlaması uyguluyor ama şu şekilde; valiziniz 20 kilodan fazlaysa üstüne her kilo için para aldığı gibi tek parçayı max. 20kilo kabul ediyor... üstünü 2. bir parça olarak vermeniz gerekiyor ki bu da havaalanında valizinizi bölmek için bir de ekstra valiz almak zorunda kalmanız demek...  biz aşırı seyehat eden bir çift olarak, bu konuda epey pratikleştiğimizden iki parça valizimizin toplamı 19 kilo geldi, içinde otele güvenmeyip yanıma aldığım çarşaf takımı ve havlu niyetine peştemal vs. nin de olduğunu belirtmek isterim... ama biçok kişi gidip kös kös hayli yüksek fiyatlardan yeni valiz almak zorunda kaldılar... benden söylemesi...

- italya diyince insanın aklına tabiiki, makarna, pizza geliyor... ama ben size bir deniz ürünleri restoranı tavsiye etmek istiyorum... burada istanbulda yediğimin yarı fiyatına pamuk gibi bir kalkan ızgara yediğimi, dolaptaki mini ahtapot salatasında da aklım kaldığını belirtmek isterim... restoranın adı,(bunu donunce ekleyebilecegim, ne hatırlayabildim, ne de googleda bulabildim malesef)

- benim gibi kırtasiye düşkünüyseniz, yine corso daki fabriano ya bir uğramanızı tavsiye edeceğim...  son derece sade ve kararlı tasarımlar çok etkileyici... bu mağazada bi de kağıt takılar var kiii... muhteşemler, ama fiyatları da buna paralel tabiiki... bi de sordum, suya dayanıklılarmış, bilginize...


- son tavsiyem de, romanın tarihi atmosferine tamamen kapılmışken size aniden modern dünyayı hatırlatacak bir rota... MAXXI, modern sanatlar müzesi... bu bina, bizim öğrenciliğimizde projeleri sadece çizim aşamasında olup, zaman içinde gerçeğe dönüşen projelerle güncel mimarinin önde gelen isimlerinden biri olan zaha hadid e ait... mimar olarak bizim için, şöyle dünya gözüyle bir hadid binasını deneyimlemek inanılmaz keyifliydi... mimar olmak şart değil tabiii, her açıdan farklı perspektifler veren bu binadan, genel olarak  herkesin etkileneceğine şüphem yok...

birkaç madde diye düşünmüştüm ama bir hayli olmuş... kırmızının romaya dair notları böyle... gidip de faydalanan olursa kulaklarım çınlar sanırım....

3.06.2010

hamile, hamile nereye...


nereye, romaya... sadece 4 günlük kucucuk bi kaçamak aslinda... ama hayatta ummam dediğim kişilerden bile öyle çok 'amman dikkat et' sözünü duydum ki, ufaktan bi şüphe oluşmadı desem içimde yalan olur...

şuradaki tüyoları da copy, paste, print sırasından geçirip yanıma alıyorum, bakalım ne kadarına vakit ve takat kalır... şimdi gidip valiz hazırlamam lazım, ve sanırım içimdeki ufak şüpheleri de yok etmek için yolda bi eczaneden varis çorabı alıcam kendime... hey allaaammm...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...