30.12.2008

evimizin değişmez, yegane yeniyıl dekorasyonu...

bu yıl bi garip. zerre kadar yeni yıl heyecanı, coşkusu yok içimde... bunu pekiştirecek bi ortam da olmadı hiç, çok garip... etrafimdaki hiçkimseyle, sözbirliği etmişçesine yeni yılla ilgili en ufak bi diyalog olmadı, kimse bu yılbaşı ne yapıyorsunuz, ya da şunu yapalım mı demedi ve ben de hiçkimseye böyle cümleler kurmadım, cidden çok garip...


neyseki şuradaki sevimli yeni yıl postlarını okuyup biraz olsun gaza gelmemek olmaz diyip, evimizin son birkaç yılın değişmez ve yegane yeni yıl dekorasyonu objelerini çıkarabildim çekmeceden... biricik eski dostum B. nin benim için, kendisinin desenini çizip elleriyle diktiği kırmızı pachwork çam ağacı yastığım, bi de yine çam ağaçlı kapı süsümüz... hepsi bu...



neyse hal, hissiyat ne olursa olsun yeni yıla, yeni ya da yenilenmis anlamlar yükleme geleneğini bozmayayım, ve yeni yıl dileklerimi buraya da yazıp pekiştirerek gerçekleşme ihtimallerini arttırayım...


- öncelikle etrafımda sevdiğim bağlı olduğum herkes için sağlık ve huzur istiyorum
- ailemi bu yıl daha çok görebilmek istiyorum
- malum kriz ortamının kısmen daha az yıpratıcı olmasını istiyorum
- tembellik ve üşengeçlik etmeden, yogayı hafatada 2 ye fixlemek istiyorum
- aylık arkadaş buluşmamızın, tek çabalayan ben olmadan da devam etmesini istiyorum
- yurdışı çıkışlarımızdan birini u2 konserine denk getirmek istiyorum
- yarım kalmış, bi de açılmamış bekleyen puzzle larımı başlayıp bitirmek istiyorum
- her yıl çıktığımız mavi turun bu yaz yine olmasını istiyorum
- aylardır bu aralar başlığında yazan tadilat işlerimi mümkünse yılın başlarında tamamlamak istiyorum
- londraya gitmek istiyorum


neyse daha uzatmadan, olma ihtimali yüksek maddelerden ibaret bi liste olarak tamamliyim ki, seneye gerçekleşenler çok olsun ve sevineyim...


böyle bi post şunu söylemeden bitmez;


MUUUTLUUUU YIIIIILLAAAAAR....

29.12.2008

müjdeler olsuuun...

bayoğlunun mihenk taşlarından, yılların vakko mağazasını satın aldıklarından bu yana kaç senedir inşaatı bitmeyen, 'naapıyolar burda bu kadar zamandır' diye arada brandaların arasından şantiyesine baktığım beyoğlu mango, nihayet cumartesi açıldı. gördüğüm en farah mango mağazası olmuş, standlarda da beyoğlu ambiansına da uygun farklı bi concept uygulanmış, çok başarılı. alt katı da lebi derya bi outlet, kadıköydekini aratmaz büyüklükte... ben bi hayırlı olsun uğraması yapıp bi pantolon bi kazakla tebrik ettim kendisini...
ne diyelim gözümüz aydın...

25.12.2008

İS-Tİ-YO-RUMMM!!!!


başka bişey için kotonun sitesine bakarken bunu gördüm ve vuruldum... sezon temalarından bohem-rock koleksiyonundan bi parça...

indirimler de başladı ama, hala bulma şansım olabilir mi acaba...

lütfen,lütfen olsun...

24.12.2008

başarılı bi kampanya görseli...


birkaç sezondur lacoste un havada uçuşan insanların olduğu kampanya görsellerini çok beğenerek takip ediyorum. bu ay ( aralığı kastediyorum, dergilerin piyasaya çıkma zamaları açısından yoksa artık geçen ay mı demeliyim*?!) aldığım bi dergide gördüğüm bu fotoğrafa da bayıldım. kullanılan renkler, kıyafet kombinleri, görselin kompozisyonu, hepsi çok başarılı olmuş.
soğuk, karlı kış ambiansı, bu tatlı pastel renklerle ancak bu kadar iyi hissettirilebilir...

22.12.2008

aNaHtarKElimeLeRleANlatTımDEnemEsi

OfiS/eV/bAYkus/beYaZŞarap/yağMuR/ayHansiCimOğlu/rÜYa/yemEktaKımı/seRvİs/yoGa/YaĞMur/eSSe/yuFka/DiviDEd/aRagÜLer/iSTanbUlküÇük/kaŞKol/kAntiN/TuRkCEll/pEyniR/bUlaŞIk/KırMızIşaRAp/CeMYılmAz/taHinPEkmeZ/gaZetE/bUlaŞIk/kıZIlkayALar/tÜNel/laTTe/keSTanE/lokUM/arOg/yaĞMur/saÇköPÜğü/bUlaŞIk/mAYdoNOz/eNkıSagÜnbİTti.

19.12.2008

flatshare olayı...

yurtta kaldığım dönemde, önemli sorunlarımızdan biriydi buzdolabı paylaşımı. yiyeceklerin çalınması, bi türlü temiz tutulamaması ve içindeki yiyeceklerin de kokması vs. bu tasarımı görünce hemen o günler canlandı gözümde. yurt sonrası eve çıkmak, kendine ait bi buzdolabının olması açısından da önemli bişey olmuştu, diğer önemli bileşenlerle beraber tabiii.... ama tabii burda nostaljiye dalıp, iyi kötü o günleri yaadetmenin hiç sırası değil...
bu son derece fonksiyonel ve şirin görünümlü tasarımı tebrik etmek istiyorum... tasarımcısı Stefan Buchberger ( University of Applied Arts in Vienna da tasarım öğrencisiymiş), bu tasarımıyla electrolux design lab 2008 in birincisi olmuş. Stefan Buchberger; paylaşımlı yaşantıda kirli bi buzdolabından daha kötü bişey olmadığını düşündüğü için böyle bi tasarım yaptığını söylemiş... benden de bi afferin sana Stefan...

18.12.2008

tatil bitti...

iki günü yolda, aradaki 6 günü bir elim yağda diğer elim balda, son günü de evde ve önemli bi ziyarette geçen kooca tatil bitti... döner dönmez takvime baktım, seneye yok öyle uzun bayram tatilleri falan, nanay...
pazartesi itibariyle de, tatil öncesi sinyallerini veren yoğun temponun tam ortasında bulunca kendimi, anladım ki tatil bitti sendromu, işlerin de bu hissiyatı pekiştirmesiyle kolay geçmeyecek bu sefer...

bu tatilin sonunda;
aileyle hasret gidericez diye heveslenip sonrasinda akrabalarla, aile dostlarıyla, arkadaslarla görüşmeler paralelinde bunu istediğimiz kadar yapamadığımızı bir kez daha farkederek, bunun için en iyi çözümün onların buraya gelmeleri olduğuna karar verdim...
arkadaşlarla dart oynayıp bi yandan da sohbet etmenin mümkün ve de cok zevkli olduğunu farkederek, eve şu tchibo daki dart makinesinden almaya karar verdim... şimdi tek iş bunu sevgiliyle ortak kararimiz haline getirmek...
çook uzun zamandir gökkuşağı görmediğimi, bunun insanı heyecanlandıran bişey olduğunu hatırladım...
alıp başını gidenlerin, belirli bir süre sonunda dönmek durumunda olmalarının aslında iyi bisey oldugunu farkettim... her ne kadar onlar tam olarak boyle düşünmese de...

haaa bi de alıp basını gidenler geldi ama, elleri de bos gelmedi... pazar günü valizi bosaltırken bu tatil hic bisey almadım, hiç yeni bişey çıkmadı diye düşünürken, akşama elim kolu dolu olarak siparişlerim ve sürprizlerimle eve dönmek güzel oldu...


ps: gökkuşağı fotosunu araba ön camından çektim. son sürat ayarsız bi foto...

8.12.2008

bayram tebriii...

herkese sevdikleriyle, sevenleriyle beraber nice mutlu bayramlar....

4.12.2008

nerde bu blogun yemek tarifleri...

yeniden bi blog açma fikri henüz sadece kafamdayken, konular daha ağırlıklı olarak yaptığım ya da başka yerlerde denediğim yemekler olur diye düşünüyordum... ama geçen 2 aylık kayıtlarda gördüm ki pek de öyle olmamış, özellikle kendi yaptıklarıma pek sıra gelmemiş.

yemek yeme ve pişirme işi hayatında bu kadar önem arzeden, bu işi esasen bi keyif unsuru olarak değerlendiren biri olarak durumu biraz dengelemeliyim galiba.


son bir hafta, 10 gündür, bayram tatilinde uzaklarda olacağımız için buzdolabındaki stokları eritme konusuna yoğunlaşmış durumdayım. hayal ettiğim ya da canimizin istediği değil, elimdeki malzemeler üzerinden menüler hazırlıyorum dolayısıyla. ama bunun da keyfi bi başka bence. acaba sadece ben mi elimdeki malzemelerle biseyler yaratma(uydurma!!!) işinden keyif alıyorum. neyse... bi de evde iki kişi olmak ve yoğun çalışmak da, evde yemek yapılmasını ve bunların düzenli tüketilmesini zorlaştıran bişey. malum, bi toplantıdan geç saatte ve kurt gibi aç çıkınca evdeki hiçbirşeyi düşünmeksizin en yakın yemek mekanına atmak istiyo insan kendini... dolayısıyla malzemelerin dolapta birikme ihtimali artıyo...


ilk tarif, pazar sabahı için denediğim yumurtalı-tereyağlı ekmek. tarifi şurada görmüştüm, ama ben genelde yaptığım gibi oradaki malzeme mixini (bazen de varsa teknikle ilgili detayı) kendi temel ekmek ölçülerimle uyguladım. cidden dokusu çook yumuşak, güzel kokan bi ekmek oldu. içinde tereyağ da olduğundan, özellikle kahvaltıda bal reçel sürmek için ideal. tarif şöyle;

1yumurta

yumurtayla beraber 1+1/3cup olacak kadar su

3cup un

1/2 cup doğal kepek (marketlerin organik ürün reyonlarında oluyo)
2 yemek kaşığı rusheim (bunu bulmak biraz zor olabiliyo)

1 yemek kaşığı toz keten tohumu

1 çay kaşığı tuz
1 yemek kaşığı şeker

1+1/2 çay kaşığı instanat maya
1 yemek kaşığı tereyağ

malzemeleri en önce yumurta ve su, sonrasında üstüne un, kepek, rusheim, keten tohumu, kuru malzemenin köşelerine tuz, şeker, tereyağ ve ortaya da maya gelecek şekilde yerleştirip, ortalama 3 saatlik programda ekmek makinesini ayarlıyoruz, pişince afiyetle yiyoruz...



ikinci tarif, yine pazar kahvaltısı için hazırladığım pizza. bu tarifte dolaptaki malzemelerin eritilmesi ilkesi son noktaya kadar var.

şöyleki, pizzanın hamuru için dolapta kalmış, kısmen kuruyup sertleşmiş lavaş ekmeklerini kullandım. bir gece önceden lavaşları küçük küçük parçaladım, 1 yumurta, biraz süt, biraz zeytinyağı, tuz, karabiber, kekik ve kırmızı biberle bir bulamaç haline getirip, üstünü strech filmle kapatıp dolaba attım. sabah fırın tepsisine hemen hemen hamur kıvamına gelmiş bu karışımı yayıp, üstüne yine dolapta (onceki aldığımı unutup tekrar aldığım için) bekleyen beyaz peynir, siyah ve yeşil zeytin, kırmızı biber, kiraz domates, sucuk ekleyerek fırında 200 derecede malzemeler kızarana kadar pişirdim... fırından çıkartınca da üstüne biraz daha kekik serptim. sucuğu saymazsak tam bir akdeniz pizza oldu diyebiliriz.



üçüncü tarif, taaa güney ellerinden getirdiğim avokadoların sonuncusuyla yaptığım dip. bunda da, artık tamamen yumuşamış (kalmış demeye dilim elvermedi) avokadonun kabuklarını soyup çatalla eziyoruz. içine yarım limon suyu, 1 yemek kaşığı kadar sızma zeytinyağı ( aslında avokadonun %80i kendi doğal yağını içeriyor, ama bu yağı sadece zeytinyağın kokusu için ekliyoruz), ezilmiş sarmısak ve en incesinden küçük küçük doğranmış taze soğan (varsa frenk soğanı) ekleyip karıştırıyoruz. lezzetinin oturması için biraz dinlendirmek iyi oluyo. bunu söylemeye pek gerek yok ama, cips gibi kıtır bişeylerle olduğu kadar, et ızgaranın yanında patates püresiyle birlikte iyi bir eşlikçi olduğunu belirtmeliyim.

dördüncü tarif, pek de tarif sayılmaz, ama tatlı krizinde ya başka bi acil durumda iyi bi kurtarıcı... milföy hamurlarını buzluktan çıkarıp oda sıcaklığında biraz bekleterek yumuşatıyoruz. içine parmak şeklinde kestiğimiz kuvertur çikolatalardan koyup rulo yapıp kenarlarını biraz bastırıyoruz. daha kızarık ve canlı renkli olması istenirse üstüne yumurta sarısı sürüp (ben sürmüyorum) 180derece fırında 20-25dk kızarıncaya kadar pişiriyoruz. fırından çıktıktan sonra, biraz soğumasını bekleyip yemekte fayda var, çünkü içindeki erimiş çikolata ağzı yakabiliyo... bi de kuvertur daha kolay eriyo ama normal çikolatalarla da yapılabilir, çünkü zaten hamur pişinceye kadar çikolata çoktan erimiş oluyo... hııımmm, yazarken yine canım istedi...

3.12.2008

bu sezon şanslıyım...

geçen gün, evdeki eski dergileri ayıklama operasyonu sırasında, herzaman yaptığım gibi atmadan once soyle bi bakarken, gecen sene dergide görüp böyle bi kazak beğendiğimi hatırladım. sonra unutup gidip bakmamış olduğuma da pişman oldum. ama tabii son pişmanlık fayda etmez, gecen senenin ürünleri gecen senede kaldı kırmızı hanım dedim kendime.
sonraa geçen haftasonu play yoga sonrası daha önce baktığım, sonra almaya karar verdiğim bir iki parça bişey için dolanırken, tasarımlarını ve kalitesini beğendiğim bi yerli markanın (herry)gecen sene beğendiğim bu kazağı bu sezon aynen kopyaladğını gördüm. henüz indirime girmemişti ama bu ikinci şansı kaçıramazdım. hem zaten geçen seneki yabancı marka (stefanel)orjinalinin de yarı fiyatıydı. hemen aldım.

bi de ekim ayında da benzer bişey yaşamıştım. yine geçen sene harvey nichols da begendigim elia tahari tasarımı bi kazak vardı. bu sefer pahalı bulup almamıştım. veee onun da hemen hemen aynısını cok uygun bi fiyata vero moda da görüp hemen almış acaip mutlu olmuştum...

geçen sene başka neler beğenip almamıştım acaba, biraz daha düşüneyim bari...

1.12.2008

play yoga...

cumartesi günü, birkaç hafta önce, denemeden aldığım, üstümden taşan, m beden, güzelim kırmızı ekoseli gömleği değiştirebilmek umuduyla, birkaç haftadır yoklama verircesine, sektirmeden gittiğim beşiktaş cumartesi pazarı faslının ardından, geçenlerde şurada haberini görüp kayıt yaptırdığım yoga dersine katıldım.
play yoga with adidas.

Ekose gömlek hadisesi, artık bıkkınlığımın, ve değiştirme umudumun da sönmesinin etkisiyle yine ekoseli resimdeki gömlek elbiseyi almamla nihayet son buldu. pek de içime sinmedi, önceki gömleği bırakırken elim titredi ama neyse... bi daha denemeden birşey almama, ya da deneme imkanı olmayan şeylere hiiiç yeltenmeme konusunda ders oldu bu bana... tabii bu arada 3-4 haftadır pazara gitme ve hiç aklımda olmayan bi sürü şeye gereksiz para harcama durumları da cabası...
neyse asıl konu play yoga deneyimlerime geleyim... ben evime yakın dolayısıyla kolay gidebilmem bi de daha öncesinden de bilip, mekani beğenmemden ötürü essporto yu tercih ettim. İyi de oldu, daha önce detaylı olarak gezmis olmanın altyapısıyla, soyunma odalarında ya da stüdyoya ulaşma konusunda yardım istemedim ve hiç zorluk yaşamadım. (zira benim gibi yer-yön fakiri bi insan için bile kolay biyer.)
yoga stüdyosu olarak kullanilan salon, hertür aletsiz uygulamanın yapıldığı genel salonlardan biri, yani aynalı, şeffaf cam bölmeli fln. aydınlatma kotrolü gibi bişey sözkonusu değil. bunun dişinda diğer performanslarda arayıp da bulamadığımız bi artı belki, ama yoga için hayli soğuk ve havalandırmalı bi mekan.
derse gelince, bi kere play yoganın anlatılması, öğretilmesi gibi bi durum sözkonusu bile değildi. ben 2 seneyi aşkın süredir yoga yapıyorum, ve tüm pozları adım gibi bilmeme rağmen, dersi zar zor takip edebildim. oradaki bi sürü insan pozların yarısını bile takip edemedi. ne nefes kontrolü, ne pozların doğru yapılması, hepsi hikaye. üstüne aynı hareketin 7 kez üstüste tempolu şekilde tekrarı fln olmasıyla da olay ciddi ciddi aerobik gibi bi şeye dönüştü. kan-ter içinde sona yaklaşan, üstüne deli gibi üfleyen kanalların altında titreyerek biten bi ders oldu. ben sonrasında 2 aylık program alma hevesiyle gitmiştim, tüm heveslerim uçtu. bi de üstüne pazar günü vücudumun bi sürü alakasız noktasında kas ağrılarıyla geçince bu kararım kesinleşti.

En komiği de dersin sonunda adidas tüm katılımcılara şu resimdeki dersle ya da conceptle zerre kadar alakasız performans ipinden hediye etti. hemen bi, piknik ortamı lazım bana, bu ipi kullanmak için, ama o da artık sonraki bahara...

konak pastanesi...

cuma gunu rutin bi doktor kontrolu munasebetiyle nisantasi civarina gittim ve akşam konuk olarak gideceğimiz eve götürmek üzre konak pastanesinden bişeyler almayı akıl ettim. aslında aklım alman paztalarındaydı ama gitme saatine kadar sokaklarda geçireceğim süreyi, ve o pastanın alma olasılığı yüksek şekli düşününce vazgeçtim ve cheesecake te karar kıldım...
aksam da ofisten erken cikmam gerekti ve donuste ofise uğramadan sevgiliyi ofisin önünden aldım, karşiya geçtik. ve ta taamm; sevgili cheesecake imizi ofiste unutmuş. ben de bunu karşıya geçtikten sonra, kontaği kapattiğim anda sorma gafletini gösterince, koskoca 8 kişilik cheese cake ve muhteşem frambuaz sosu bize kaldı malesef. sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim. haftasonumuz hayli tatlılı geçti tabiki... neyse, allahtan evden çıkmadan önce çantama bi şişe bozcaada şarabı da atmıştımda durumu onunla kurtardık biraz.
daha önce beyaz çikolatalı profiterolü, alman pastası, turtasına hayran olduğum konak ın cheesecake ini neden henüz denememiş olduğuma hayret ettim. cheesecake ne kadar farklı olabilir ki dememek lazim, ilk lokmada anliyor insan. böylece farklı ürünlerle referansı güçlü yerlerin, diğer ürünlerini de mutlaka denemek gerekliliği bi kez daha kanitlanmış oldu...

27.11.2008

nihayet ıssız adam

nihayet pazartesi akşamı gittim izledim ıssız adamı. e tabi benim de söyleyecek birkaç sözüm var bunun üstüne. hersey cok guzeldi, en basta mekanlar, müzikler. müthiş bi aşka, harika bi beraberliğe ilişkin, olabilecek her şey vardı...tipki babam ve oglumda, ana baba hassasiyetine, evlat acisina dair tüm detayların olduğu gibi.

vee o filmden çıkınca da aynı hissetmiştim. bilmiyorum, tüm bu etkileyici, vurucu detayların sanki madde madde sıralanıp, ha şunu kullandık mı üstüne bi check at tadinda geçişi cok da samimi gelmiyo bana; filmin hikayesini, kurgusunu bu bilesenler icinde eritemiyorum, ve batmaya baslıyo bu eksiksizlik. üstüne bi de hikaye de başka biyerlere ait gibi olunca. Bizim kültürümüzde, bizim dilimizde, bizden oyuncularla, bizim ait olduğumuz sokaklarda gecen bi hakeye gibi degildi. öyle bi esas oğlan acaip yabanci geldi bana, hadi canim dedim. (galiba ne de olsa anadoludan istanbula gelip olsa olsa en nihayetinde meşhur kebapçılarımızdan biri olmus pek çok örnekle çevrili olmamızın da etkisi buyuk bunda)
neyse izlemesem olmazdı, izledim beğenmedim... the end... fın...

25.11.2008

MATTHEW WILLIAMSON BU YAZ H&M'E GÜNEŞİ GETİRECEK - MİŞ...

yine bi orta düzey marka, yine houte couture bi tasarımcıyla bi koleksiyon sunuyor bize. gerçi pek bize sayılmaz, nitekim hala bu markanın ürünlerini sadece ihraç fazlası karışıklıklarının arasından alabiliyoruz sadece, bunlar da muhtemelen oralara gelmez bile... yurt dışına gidip, o tarihte orada olup, bi de muhtemel kargaşaya katlanabilecek hemcinslerimi ayrı tutuyorum tabiii... ama bi dakka matthew williamson ilk defa erkekler icin de biseyler tasarlıycakmış, yani kargaşa miktarı ikiye çıktı... en azından makul fiyatlı özel tasarım seçenekleri artıyor diyip konuyu kapatalım.

bu da basın açıklamasının orjinali:

MATTHEW WILLIAMSON BRINGS SUN TO H&M THIS SUMMER

H&M is proud to announce that the next guest designer will be Matthew Williamson, the British designer whose colour-drenched collections always carry the promise of the sun. Starting with an exclusive women’s fashion range at selected stores April 23, then continuing with the perfect men’s and women’s pieces for Summer available from mid-May in all H&M stores world wide. In an exclusive for H&M, Williamson will debut his first ever menswear pieces.
ps: yukaridaki elbiseler matheww williamson un gecen sezon tasarimlarindan...

24.11.2008

tatlı, minik bi eklenti...

ailemize tatlı, minik bi eklenti oluyor, yeni bi bebek geliyor. bunu söylediğim herkes, bir anda gözleri parlayarak gozlerimin içine bakıyor ama hayır bu bebek henüz bizim değil, sevgilinin ablasinin bebeği. kısa bi süredir bildigimiz bu haber, malum şu önemli, kritik ilk 3 ayın atlatılmış olmasıyla daha da hayatımıza nüfus etmeye başladı. mesela geçen perşembe anadolu tarafında bi toplantı sonrası sevgilinin basket maçına az zaman kalması ve maçın da ataşehir civarında olması sebebiyle palladium avm ye uğradık. daha doğrusu sevgili uğradı, ben 2 saat kadar orada kaldım, onu bekledim, yemek yedim, dolandım fln. neyse... bebeğin cinsiyeti de henüz belli olmadığından şimdilik daha bişey almiyoruz diye karar vermiştik. ama ben, sevgili aldiğımız başka bişeylerin ödemesini yaparken kasanın yanındaki reyonda tesadüfen böyle bi tulum görünce dayanamadım. 0-1 ay, minnacık, el kadar bişey. (gerçi yakın zamanda bebeği olan bi arkadaşımdan biliyorum, ilk doğduğında bunlar bile üstünden kaçıyo bebeklerin) üstündeki desenlere de vuruldum, zira kız da olsa erkek de olsa giyer dedim. bi de organik koton olunca, hemen son dakka attım kasadaki kızın önüne. iyi ki de böyle bi reflex yapmışım, hafta sonu baya bi eğlencemiz oldu bu minicik tulum. bi de ben iki gün boyunca en görünür şekilde koltuklardan birinin üstüne serince... bakıp bakıp yeni bebekle ilgili fikirler ürettik, güldük fln...
bi de bu aralar bu organik koton, %100 koton olayına takmış durumdayım. magazalarda beğendiğim herşeyin etiketini inceler oldum, %kaç bilmemne, %kaç bilmemne diye. ve sadece bakmak da değil, alip almama kararımı da etkiler oldu bu oranlar. tekstilci bi arkadaşımla paylaştım bu konuyu, tekstil ürünlerinde uygulanan yöntemler, kullanılan kimyasallar, baskı teknikleri vs. derken ne kadar doğru yolda olduğumu daha bi idrak ettim. özellikle tene temas eden ürünlerde, sentetikler, akrilikler vs. den olabildiğince uzak durmak lazım, herkese tavsiye...

21.11.2008

ihtiyacıııım vaaarrr....

iş arası biraz bakındım da...
miu miu nun yukarıdaki tüm modellerine ihtiyacım varmış...
onu farkettim...

18.11.2008

yeni bir-iki şey...

aylardır gitmediğim istinye parka gecen cuma günü bir günde iki kez gittim. ilkinde -iş arası kaçamak olarak- arkadaslarımla buluşup bi kahve içmek, ikincisinde de başka arkadaşlarla sevgilinin uzun süredir sayıkladığı newyork steakleri mideye indirmek üzre akşam yemeği için.

gerçi ben öyle kalın (pembe falan değil ciddi ciddi kırmızı) etleri yiyemiyorum, benim secimler genelde ince, kuru, çok pişmiş, çok marine edilmis şeyler, ama onlar da yinede yerinde başka oluyo...

neyse, asıl konulardan biri; pazar alanındaki arifoğlu baharatçısından aldığım resimdeki kurutulmuş sebze karışımı. içinde soğan, domates, kereviz vs. bisürü sebze olan bu karışım için tek kelimeyle; çorba, makarna sosu, yine soslu et yemekleri falan için muhteşem bi aroma ve lezzet iksiri de diyebiliriz...



arkadaşlarımla buluşmamizda tesadüfen anneleri de onlarlaydı ve onun tavsiyesiyle almıştım bu karışımı, ilk görüşümde teşekkürlerimi sunacağım kendisine...


ikinci konu da, yine istinye parkta gördüğüm, tefalin pek yeni ürünü actifry pişiricisi... yağsız kızartma yapabilen acaip bişey...
üstelik yaptıkları kızartmanın tadına da baktık, içi yumuşak dışı çıtır basbayağı ideal kızartma...
ben mutfakta kızartmayla ilgili işlemleri, tek kelimeyle yok sayan biriyim. ama sevgilinin bu konudaki serzenişleri beni bile yolumdan döndürmek üzereyken ve tam şu her parçası yıkanabilen ama normal fritöz gibi çalışan modelinden almama ramak kalmışken böyle bi cihazın çıkmış olması...
daha ne isterim...

17.11.2008

form follows function...

cidden çook iyi bir fikir... hem işlev hem de görüntü itibariyle, alıştığımız kek olayına cok şey katacağı kesin... hem de şurdan edinmek mümkün...
yanlız kullanım sırasında, biraz vicdan muhasebesine yol açabilir... allahım hangisini alsam, küçük, orta, küçüğün bi büyüğü...

tak takıştır...

günümüz kadınlarının pekçoğunda olduğu gibi bende de; kendi yaptıklarım, sevgilinin annesinin yaptıkları, biraz annemden aldıklarım ve tabbi bi de malum %50, %70 indirimlerde sepetlere doldurduğum accesorize, claries, yargıcı modelleriyle oluşmuş, çekmecelere sığmayan, kutulardan taşan bi takı koleksiyonu var çok şükür.
gecen akşam da, mağazalardan birinde bişeyler denerken saat bilincimi yitirip yoga dersimi kaçırmamla, bari biraz daha dolanayım bişeyler bakarım seansında, koleksiyona yeni parçalar alınabilecek bi mağaza daha bulmuş oldum.
sadece ayakkabı çanta bakmak/almak için girdiğim nine west, meğer benim arayıp da bulamadığım takı tasarımlarının tam12 siymiş. fiyatların benim genelde aldıklarıma göre daha yüksek seviyede ve henüz indirim oranının %20de olmasının da etkisiyle sadece bunları alıp çıktım. ama daha kaç tanesinde aklım kaldı sayamadım. bu arada kasada öğrendim ki, nine west ve bağlı olduğu parks group ta bonus karta ekstra %10 daha indirim yapıyorlarmış...

13.11.2008

çilekli...

sevgilinin ablasına gitmistik gecende bi aksam. ben her böyle cok yakınlarımın evine gittigimde yaptigim gibi, hemen bir esofman alti istedim.
kaloriferler biraz düzensiz yandigi icin saolsun sevgilinin ablasi düşünüp bi de bana bu acaip şirin patikleri verdi, ayaklarım üşümesin diye...
gördüğüme inanamadım...
hangi yaratıcı beyinler düşündü, hangi marifetli eller ördüyse tebrik etmek istiyorum... şirinlikte bebek patiklerinden hemen sonraki siraya rahatlıkla girebilir...

12.11.2008

hepimiz birimiz için...

yeni doğmuş minik yavru kediciklerin karton kutularda birbirlerine sokulmuş haldeki görüntülerine herkes gayet aşinadır...

peki, ofis-ev arası yürüyüş güzergahımın üzerindeki bi dükkanın önündeki bu görüntüye ne demeli...
.
böyle bişey olabilir mi... herbiri ciddi ciddi koca kazık olmuşlar, ama hala boyle takılmaya devam ediyorlar...
.
sanırım civardaki dükkan sahipleri onları gayet güzel besledikleri için, rahatları pek bi yerinde...
.
ne zaman geçersem geçeyim görüntü hep aynı...

11.11.2008

my style...

şurada gördüğüm şu anketi yaptım, ve öğrendimki stilim 'günlük' müş... hıh... sensin günlük...

üstüne bi de tavsiyede bulunmuşlar sağolsunlar, git evine kendi kazağını ör diyo bana...

evet denedim onu da denedim, ama 3 sene süren örme aşamasının sonunda biten şeye baktiğımda, sıkılıp kolları 6-7cm kısa olarak bitirilmiş bi hırka görüp vazgeçtim... bir iki kere kollari çekiştire çekiştire de giydim, ama sonuç olarak giyemediğim ama kendi emeğim olduğu için de atmaya kıyamadığım, gelecekte belki küçük bi kızım olursa umuduyla dolabımda bekleyen bi fazlalığım oldu...

10.11.2008

pek hamarat bi pazar günü...

bu pazartesi sabahı, bir gün önce evde kotardığım işlerin etkisiyle acaip iyi uyandım. şöyleki; sabah 9 gibi uyanıp, 9.30 da mutfakta buldum kendimi. cumartesi günü beşiktaş pazarında kendimi kaybedip aldığım meyve sebzeleri taze taze tüketmek, tabii bi de dolap kontrolü yapmadan pazara gittiğim için evdeki peynir ve yeşillik enflasyonunu yoketmek için, otlu+beyaz peynirli tepsi böreği yaptım. tarifi verilecek pek özel bişey değil, ama pazar kahvaltısı öncesi fırından gelen iştah kabartıcı kokular itibariyle çok özel.
.
sonra bebeği yeni doğan bi arkadaşıma götürmek için sakızlı muhallebi yaptım. anneden tüyoyla, süt veren annelere sütlü tatlı iyi gelirmiş de... hazır paket değil, unuyla, nişastasıyla, halis mulis çeşme sakızıyla... aslında yıllardır türlü şekillerde yaptığım bişey, tarifi belki sonra resimle birlikte veririm...
.
sonra şurada gördüğüm, resimdeki balkabaklı gözlemelerden hazırladım. tariften farklı olarak sadece, ben 1 yufkayı 6ya böldüm ve minik minik gözlemelerim oldu... 3üne şeker ekledim, üçünü sade bıraktım, sadeleri tarifte önerildiği gibi balla denedik... cidden harikaydı. daha önce, 2 çeşit pasta, çorba, zeytinyağlı meze gibi şeyler denemiş biri olarak, balkabağıyla bişeyler pişirmekten ne kadar hoşlandığımı da birkez daha hatırlamış oldum.
.
kahvaltı sonrası, akşam için aldığım tavuk bagetleri, yoğurt+salça+sarmısak+zeytinyağı ve baharatlarla hazırladığım sosa bulayarak terbiye yapıp, dolaba attım dinlenmesi için. sonra arkadaşlarımızı ziyarete gittik. dönünce evde akşam yemeğinden, sonra hala tamamlayamadığım yazlık-kışlık operasyonunda ciddi ilerlemeler kaydettim.
.
en son da malum derbiden sonra morali bozuk, koyu galatasaraylı eski bi dostumuzu biraz viski, çikolata, çerez ve sohbetle, moralini düzeltmeye çalışarak, ağırlayıp günü bitirdim... uhhh... ne günmüş cidden, yazarken bile yoruldum, ama kendimi çook iyi hissetmeme hiiiç engel değil bu...

modada mimari çizgiler...


bu sonbahar başlarında bir iki dergide bu konudan bahsedilmişti, sezon trendlerinin içinde...
bu resimlerdeki tasarimlar bu konuda noktayı koymuş bence...
olsa da giysem...
buralarda bu çizgide tasarımları, üstelik de giyilebilir formlarla bulabilecegimiz en sağlam adres sadece derishow var. onun da fiyat çizgisi biraz yukarılarda, tabii bu durumda da nişantaşındaki eski sezon ürünlerinin satildığı the end mağazaları imdadımıza yetişiyor...
kaç düğünü o mağazayla kurtardim bilmiyorum...
tasarimlar : www.helenahorstedt.com

5.11.2008

sevgili kendim...

10 yıl sonraki kendime bi mail attım... bugünkü durumumdan, gelecek planlarımdan, hislerimden, etrafımdaki insanlardan haberler yazdim kendime... 10 yıl sonra bu mail bana gelirse/gelince neler hissederim, neleri hatırlarım diye de biraz korktum aslında... günlük hayatta olabilecek aksaklıklar, kötü şeyler 10yıl sonrasını düşününce ürküttü beni...
ama yine de yazdım...
* 10yıl sonrasına bi mail atınca, '5yıl önce 10yıl sonra' nın aklıma gelmiş olması da çok normal değil mi... yıl 1984 müş, hayal meyal de olsa hatırlıyorum... ühüü...

4.11.2008

herkese bi meslek lazım...

öğrenmiş oldum, onunki de buymuş, hem de belgelenmiş olarak. havaalanında ortalıktaki bi dergide tesadüfen gördüm. aynı sayfada manken, oyuncu, moda tasarımcısı 4-5 kişi daha vardı. hepsine aynı soru sorulmuş, cevap vermişler fln. benim pek okuyacağım türden bi yazı değil-keeen; birden fotoğraf ve altındaki ibareyle tüm dikkatimi toplayıverdi. sözle biçok kere duyduğum bişeyi biyerde okumak daha başka etkiliyormuş...
insanın resminin altındaki titrinde böyle bişey yazması, sadece bana mı komik geliyo acaba...

3.11.2008

..... çala, ..... oynaya !

blogger yasağı benim serzenişimden sanırım birkac saat sonra kaldırılmış. ben, salı günü 29 ekim tatilinin başladığını unutup, ofis dışında halledeceğim işlerimi öğleden sonraya bırakıp, 2 saatlik iş için 4 saat trafikte tepindiğim ve sonrasında da son 5 gündür aydında şantiye ve açılış telaşlarına daldığım için, 'yaşasın heyyo' kutlamalarına katılamadım. ve hatta bu sene çok çok çok istememe rağmen 29ekim deki bol bol görsel şenlikli kutlamaları da kaçırdım. buradan biraz gecikmeli de olsa, boyle son derece yersiz kararlarla biz üretken insanlarına bak hala değişen, iyiye giden bi durum yok u hatırlatan vee cumhuriyet bayramı kutlamalarındaki son derece organize islerle milli birlik ve baraberliğimizi bi kez daha kanlarımıza işleyen (!!!) buyuklerimize teşekkürü borç bilirim.


gelelim asıl post konusuna... yukarıdaki resimlerin tümü, yani tüm bu farklı renkler, malzemeler, dokular, detaylar, mimari hareketler ( ve daha resmini çekemediğim pek çoğu) tek bir binaya ait. forum şantiyelerine kontrol için her gidişimde beni hayrete düşüren bu çeşitliliği, resimleyip kaydetme isteğimi (güvenlik görevlilerinin tüm ihtarlarına rağmen) artık daha fazla engelleyemedim...

bu binalarda bir mimari dil varsa, ben bu dili konuşamıyorum...

ve benim bu işte yanlış bildiğim bişeyler var galiba...

28.10.2008

üç maymun...

haftasonundan beri şoktayım... çok garip bi şekilde acaip aciz hissediyorum kendimi... küçük bi çocukmuşum da diğerleri için hayatin rutini bi eylem bana yasaklanmış gibi... ne çocukken ne de yetişkinlikte böyle bi durumla hiç karşılaşmamış biri olarak gerçekten şoktayım... şimdi de sanki yasadışı bişey yapıyormuş gibi, alakasız bi kanaldan, içimi dökmeye çalışıyorum. oysa tek yapmak istediğim, göğsümü gere gere hayatıma dair detayları biriktirmek, belki birileriyle bişeyler paylaşmak. ama haşşaaa, bu ne cürret, paylaşımmış, kayıt tutmakmış senin ne haddine böyle bi ülkede...
karikatür: bekir çakmak

23.10.2008

halis sabunun alameti farikası...

el, yüz ve banyo icin asla sabundan vazgeçemeyenlerdenim... sıvı sabunlar, yüz yıkama jelleri, duş jellerinin tümü bana acaip bi deterjan hissi verir, ve hep onları tenimde kalmıs gibi hissederim... benim icin yıkama eyleminin gereci sabundur... bu boyle biline...
sabunlarım arasında da en bi pek sevdiklerim bunlardır ki, hepsinin kokusu bana hayatımda farklı zamanları hatırlatır... lavantalı tariş sabununu her izmire gittiğimde konak tarişten alırım... artık tarişin, yeni pek havalı magazaları da var biçok yerde, ama orası bana daha bi baska gelir... dalan sabunlarını çok yakın zamana kadar ortalıkta bulmak zordu, annem yıllardır onları çuval benzeri bi pakette egede biyerlerden (muhtemele aydın) getirtirdi, ben de ondan alırdım, simdi yeni yeni bazı market raflarında tek tük görüp alabiliyorum... 3. en favori sabunum ise, istanbulda yaşayanların defalarca önüden geçtiği, eminim ki pek çoğunun geçerken farkına bile varmadığı, taksimde vakıflar bankasının arka kısmında, beşiktaş dolmuşlarının durağına gelirken sağdaki vakıflar mağazasından aldığım miss kokulu zeytinyağı sabunu....
tariş ve dalan yeni hamleleriyle daha bilinir ve bulunabilir oldular, ama vakıflar özelleşecek ve o magazalar kapanacak diye ödüm kopuyor...
ps: bu arada bu slogan baska bi markaya aitti galiba, ama bu kisiden kisiye değişir bişey nasolsa...

22.10.2008

perşembeyi sel aldı...

Yaklaşık 2 senedir salıları sevgiliyle spor günümüz... dü... onun basketbol, benim yoga... ama bu sene onun basketbol maçları perşembeye alınmak zorunda kalınca, perşembe akşamı programları da onsuz olmak durumunda olacak... bu da benim, ya arkadaşlarımla ozel buluşmalarım, ya alışveriş merkezi turlarım ya da evde kendi kendime kız filmlerimle başbaşa geşireceğim akşamlar demek...
İste geçen iki perşembedir bu programlar da başlamış oldu... ilki uzun zamandır görüşemediğim çook eski bi arkadaşımla buluşma, gecen perşembe de, biraz yeni sezon turu ve biraz da alışveris akşamı olarak geçti... yeni sezondan bişeyler bakıcam diye çıkıp, sadece tek bir parça alabildim... bunun dışında park bravo dan yaz sezonu suyunu suyu indirimlerinden hiç aklımda olmayan bir etek ve bir şapka ve deeee beta da yaz indirimlerinde bakıp cok rahat bulduğum, ama gerek yok diyip 69 liraya almadığım su ayakkabıları, hersey 49 lira indiriminde almaya karar verip, kasada bi daha indirime girdiği sürpriziyle karşılaşarak sadece 29 lira ödeyip almış oldum... nasıl bir mutluluk, nasıl bir hafiflik, tarif edilemez!!!
Gecen yaz sezonunda alınan 8. ayakkabı olarak dolabımdaki yerini alamadı, çünkü dolaba sığmıyorum...Bu perşembe akşamları buna benzer daha pek çok seneyoya şahit olacak gibi gözüküyo, galiba en hayırlısı bol bol arkadaşlarla bulusmak ve de eve film stoklamak...

15.10.2008

Rondnoir...

Üzüntümüzde, sevincimizde, boşluğumuzda, sıkıntımızda, bizi yanlız bırakmayan sadık dostumuz NUTELLA ile gönüllerimizde taht kuran pek sevgili ferrero, ülkemizdeki pek çok benzerine de ilham kaynağı olan rocher'den sonra; boş durmamış, kendini aşmış veee rondnoir'i yaratmış. Hakikaten fantezi bişey olmuş...
Şimdi merak ettiğim; 'king top' la özellikle ergen delikanlı gençlerimiz arasında uçsuz bucaksız esprilere konu olmuş, pek yaratıcı yerli imalatçılarımız, bu ürünü hangi muhteşem isimle bizlere sunacak acaba...

14.10.2008

Fuar, sergi vs.

Bu pazar ilk defa autoshow a gittim. Sevgili daha önceleri okul yıllarında falan da gidermis, ama beraber oldugumuz nerdeyse 10 senedir o da hiç gitmemisti. Ben de pek çok kadına gore arabalar konusunda çok daha fazla ilgili ve bilgili olmama rağmen hep duyup, hiç oralı olmaz, bence daha önemli şeylere vakit ayırmak gerek diye düşünüp gitmezdim. Geçen hafta sevgili, bi arkadaşların araba seçmek için beraber gitmeyi teklif ettiklerini söyleyince, bunca zaman sonra artık o ortami da bi gorüp deneyimlemenin pek de fena olmayacağını düşünüp, hiç itiraz etmedim.
Tam tahmin edildigi gibi, tam bir erkek ortamı. Ama tahminimden çok daha fazla aile vardı, sanırım onlar da gerçekten alacakları arabaya karar vermek için gelmişlerdi. Zira sadece alınması biraz (!!!???) zor arabaların bir kez olsun koltuklarına oturmak, ve uzun bacaklı konu mankeni kızları kesmek için gelen tipleri o kalabalıkta bile ayırt etmek o kadar kolay ki...

Peki tamam itiraf ediyorum ben sadece fiat 500 ü görmek için gittim... Gördüm, inceledim, bindim ve bu yeni hali bile bana çook küçük geldi. Eski halini düşünemiyorum bile... Herhalde buzdolabının içinde oturmak gibi bişeydi. Bu buzdolabıyla kıyas işine taktım bu ara, zira fuarda bu arabanın motoruna da 'aa buzdolabı motoru kadar ama bu' demiştim. Hayır olsun.


Çıkışta gördüğümüz bu küçük, şirin, muhteşem tasarımlı şey de 1. bonusum oldu...
Fuardaki pek çok arabadan daha fazla ilgi çektiği kesin, doğru dürüst fotoğraf bile çekemedim...

2. bonusum da, baştan sevgiliyle pazarlığını yaptığım, veli efendi hipodromundaki 360 derece İstanbul fotoğraf sergisiydi. Bazı fotolar çok etkileyiciydi, özellikle boğaz ve çevresiyle ilgili olanlar, bazıları da çekilmiş olsun diye çekilmiş gibi geldi. Daha önce, aynı şeklide 360 derece Paris sergisi çok daha etkileyici gelmişti. Acaba; o ne de olsa Paris oldugu icin mi, yoksa onceki sanatçinin başarısı mı... Bilmiyorum...

Cuma, cumartesi hasta yatıp , pazar gununu, kahvaltı sonrasında tüm enerjimi harcayarak da olsa dolu dolu gecirerek, bu haftasonunun tümünü hastalıkla harcamamış oldum böylece...
Bi de cumartesi dinlenirken, purple violets diye; edward burns un oynayıp yönetmenliğini yaptığı, gerek kurgu, gerek senaryo gerek oyuncuları aşıcından cok kötü bi film izledim.
Neyse...

10.10.2008

BA-YIL-DIMMM...

iş arası kaçamaklarımda gezinirken gördüğüm bu elbiseye ben tek kelimeyle BA-YIL-DIMM...

7.10.2008

bozcaadayı...

daha uzun süreli kalacağımız, daha farklı bi mevsimde yapacağımız, ve adanın farklı daha pek çok güzelliklerini de tadabilecegimiz ikinci ziyaretimize kadar,

her an, her yerde , etrafimizda fütursuzca dolanan kargaları,

tatlı, tatlı kızarmakta olan uçsuz bucaksız bağları,

hepsi birbirinden guzel ve etkileyici koyları,


pekçoğunda ilginç detaylar ve bezemelerle dolu taş evleri,

yemyeşil, sımsıcak, insanı tatli bi samimiyetle saran sokakları,

bize tatlı bi tebessüm hediye eden yaşama dair ilginç detayları,

bu kış çetin geçecek diye haykırırcasına avlu duvarlarından taşan ayva dalları,

olur olmadik bi sürü yerde karşımıza çıkan, renkleriyle bizi hayrete düşürüren balık ağlarıyla güzel bi rüya gibi hatırlıycam.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...