14.10.2008

Fuar, sergi vs.

Bu pazar ilk defa autoshow a gittim. Sevgili daha önceleri okul yıllarında falan da gidermis, ama beraber oldugumuz nerdeyse 10 senedir o da hiç gitmemisti. Ben de pek çok kadına gore arabalar konusunda çok daha fazla ilgili ve bilgili olmama rağmen hep duyup, hiç oralı olmaz, bence daha önemli şeylere vakit ayırmak gerek diye düşünüp gitmezdim. Geçen hafta sevgili, bi arkadaşların araba seçmek için beraber gitmeyi teklif ettiklerini söyleyince, bunca zaman sonra artık o ortami da bi gorüp deneyimlemenin pek de fena olmayacağını düşünüp, hiç itiraz etmedim.
Tam tahmin edildigi gibi, tam bir erkek ortamı. Ama tahminimden çok daha fazla aile vardı, sanırım onlar da gerçekten alacakları arabaya karar vermek için gelmişlerdi. Zira sadece alınması biraz (!!!???) zor arabaların bir kez olsun koltuklarına oturmak, ve uzun bacaklı konu mankeni kızları kesmek için gelen tipleri o kalabalıkta bile ayırt etmek o kadar kolay ki...

Peki tamam itiraf ediyorum ben sadece fiat 500 ü görmek için gittim... Gördüm, inceledim, bindim ve bu yeni hali bile bana çook küçük geldi. Eski halini düşünemiyorum bile... Herhalde buzdolabının içinde oturmak gibi bişeydi. Bu buzdolabıyla kıyas işine taktım bu ara, zira fuarda bu arabanın motoruna da 'aa buzdolabı motoru kadar ama bu' demiştim. Hayır olsun.


Çıkışta gördüğümüz bu küçük, şirin, muhteşem tasarımlı şey de 1. bonusum oldu...
Fuardaki pek çok arabadan daha fazla ilgi çektiği kesin, doğru dürüst fotoğraf bile çekemedim...

2. bonusum da, baştan sevgiliyle pazarlığını yaptığım, veli efendi hipodromundaki 360 derece İstanbul fotoğraf sergisiydi. Bazı fotolar çok etkileyiciydi, özellikle boğaz ve çevresiyle ilgili olanlar, bazıları da çekilmiş olsun diye çekilmiş gibi geldi. Daha önce, aynı şeklide 360 derece Paris sergisi çok daha etkileyici gelmişti. Acaba; o ne de olsa Paris oldugu icin mi, yoksa onceki sanatçinin başarısı mı... Bilmiyorum...

Cuma, cumartesi hasta yatıp , pazar gununu, kahvaltı sonrasında tüm enerjimi harcayarak da olsa dolu dolu gecirerek, bu haftasonunun tümünü hastalıkla harcamamış oldum böylece...
Bi de cumartesi dinlenirken, purple violets diye; edward burns un oynayıp yönetmenliğini yaptığı, gerek kurgu, gerek senaryo gerek oyuncuları aşıcından cok kötü bi film izledim.
Neyse...

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...