31.08.2009

fırından sıcak sıcak...


kankimin, bos vakitlerini böyle üretken bi şekilde değerlendirmesi sağolsun bana da yarıyor... üretkenlik iyi bişey vesselam, hele de mahsuller böyle güzel olunca...

ik hafta önce, daha önceki yıllarda bir heves alıp alıp, artık kutulardan taşar boyuttaki boncuk stoklarımızı birleştirip, sonrasında bi de eminönü turuyla eksikleri de tamamlayıp voltranı oluşturmuştuk...

kankim şimdi, harıl harıl onları türlü şekillerde biraraya getirmekle meşgul... e bana da kulaklarını çınlata çınlata takmak, ha bi de fotoğraflarını çekmek kalıyor...



çakma jimmy choo larım geldi...

.
perşembe günü kanki aradı ve beni yalancı çıkarırcasına 2 haftadır elimize ulaşmayan go jane siparişimizle ilgili bir haber kağıdı aldığını ve kolinin gümrükte takıldığını haber verdi... bense sadece, demekki benim önceki siparişimin o kadar çabuk gelmesi tesadüfmüş, demekki aslında siparişler amazon gibi birkaç haftada ulaşıyormuş diye düşünüyordum... hiç aklıma gelmezdi bize güngören gümrük müdürlüğü yollarının gözükeceği...

neyse o gün, sabahın 4ünde kalkıp, 5inde izmire doğru yollara düşüp, istanbula uçmuş olmanın verdiği uykusuzluk ve sersemliğe rağmen, yine de gitmek lazım diyip yola koyulduk güngörene doğru... vardığımızda gördüklerim beni ciddi anlamda sarstı diyebilirim... gümrük müdürlüğü istanbul değil, hatta türkiye bile demek istemiyorum, orası düpedüz olsa olsa hindistan falan olabilir... o toz bulutu, o havasızlık, o eskilik, o dağınıklık, daha sayamıycam, bizi fena halde dumura uğrattı... gördüğüm en kötü devlet dairesi, o da yıllar önceydi şimdi kesin düzelmiştir, beşiktaş vergi dairesi idi, burası orayı 2ye, 3e katladı...

bazı kurumların ancak özelleşirse toparlanabileceği tezi, bu tip kurumlar için doğru mu...

yaşadığımız ülke, posta, gümrük gibi hayli önemli bi konuda çalışan kurumu daha insani, daha medeni ve en önemlisi daha sağlıklı bir ortam haline getiremeyecek kadar aciz mi...

ve öyle bir mekanda çalışmak zorunda olan memurlar, gerçek performanslarının kaçta kaçını işlerine yansıtabiliyorlar, ya da yansıtmaya değer görüyorlar...

bu soruları arttırmak çok kolay, ama cevaplamak da bi o kadar zor... biz kafamızda dönüp duran bu sorularla o kapıdan öbürüne gönderilerek, asıl merciye ulaştık... işlemimizi sıraya koydurduk ve beklemeye başladık... bekleme anları, sıcak, yorgunluk, ve tüm bu şaşkınlıkla, uzun zamandır yapmadığımız kadar geyiğe sardırdığımız, ve sinir bozukluğuyla bol bol güldüğümüz anlar oldu...

sonrası da ayrıca komikti... gümrük memuresi, yurtdışından zaralı kimyasal madde getirtmiş bi adamla uğraşırken, bizi yanına çağırdı ve sizin ne vardı dedi, biz ayakkabı diye cevap verince adama dönüp, bak keşke sizinki de ayakkabı olsa da size de onay versem dedi... adam bize bakakaldı, biz memura...

bu da böyle bi deneyim oldu işte...

.
sonuçlara gelince, ayakkabılar yine umduğumdan çok çok kaliteli çıktılar... go jane de ayakkabı numaramın 36,5 olduğunu iyice anladım... normalde 37 giyerim...
.
bu jimmy choolar da, ilk gördüğümden beri kafamdaydılar... siparişi verirken topuklularda indirim vardı ve sadece 36sı kalmıştı, 3. parmağım çok hafif dışarda kaldı ama hiç sorun etmedim. posta ücreti hariç sadece 11 dolar ödedim desem, neden sorun etmediğim de anlaşılır herhalde...
.

.
bunlar da orjinallerinin reklam fotosu... şimdi farkettim de, benimkilerin topuklarının arkası beyaz değil, siyah... adamlar sadece taklit etmemişler, düzeltme de yapmışlar valla... seçim yapma şansım olsa ben de arkası siyah olanı tercih ederdim :P

26.08.2009

istikamet çeşme...


bi kaç gün ara...
(31.08.09 / bu postu kaldırsammı, kaldırmasam mı bilemedim... zira bana pek de hoş şeyler hatırlatmayacak... ama bazı şeyleri yok saymak da pek kolay değil... çünkü; tatile gittik, ve ertesi gün döndük... sabah bahçede güzel ve uzun bi kahvaltının ardından, üzücü bi haber geldi ve apar topar farklı farklı yönlerde yollara koyulduk... benim güzergahım gerisin geri istanbul oldu...
bu konuyu böylece kapatıp, normal hayata dair devam etmek, şu an bana en iyi gelecek şey sanırım... )
resim kaynak ...

24.08.2009

istanbul fashion days 2009...



duyunca, kulağa hoş gelen bi cümle; istanbul fashion days... hani, milanoda, pariste, londrada da yapılıyor ya, öyle bişey hedefleniyor sanırım... merakla bekliyorum, bu fiyakalı cümlenin içi ne kadar doldurulabilecek acaba...

bi de asıl merakla beklediğim, okulumda gerçekleştirilecek bu etkinlikte; ışığıyla, gölgesiyle, venüs heykeliyle, nervürlü tavanlarıyla, bomboş haliyle bile yeteri kadar etkileyici taşkışla koridorlarının nasıl bir ev sahibi olacağı, ve nasıl bir ambiansa bürüneceği...

o tarihlerde şehir dışındayım, olmasaydım mutlaka giderdim, görürdüm...


resim kaynak; flickr...

sosyal kelebekler...



.

annişle babişin dönüşüyle birlikte, normal sosyal hayatımıza devam edeceğimizin farkındaydım... ama bizim normal hayatımız bu kadar da dolu degildi hani... iki haftadır tek kelimeyle sosyal kelebekler şeklindeyiz sevgiliyle...
.
bu yaz başından beri geçen sürede ne kadar çok arkadaşımızla görüşmemişiz... iki hafta yani 14-15 günlük süreçte 4 ya da 5 gün yanliz geçirdiğimiz düşünülürseee, bu da farkli gruplar şeklinde 9-10 buluşma yapar, ıııı bu da bayaa bi çok arkadaş eder...
.
çoğu dışarıda, biri bizim evde, ikisi arkadaşların evinde geçen bu buluşmaların, ruhun gıdası olmakla birlikte, bedene de ekstra gıdalar getirdiği kesin... zira italyada verdiğim 1 kiloyu tekrar almış bulunmaktayım...
.



.
resimlerdeki sofralar da, arkadaşlarımızın evlerindekiler... bizim evdekini ev sahibesi telaşıyla çekmemişim, biraz daha büyüyüp tecrübe kazaniym, o da olcak inşallah...

.

iş yoğunluğunun da sosyal hayatla yarışırcasına yoğun olduğu bu iki haftanın içine, bir de evdeki kombi yeri değişimi ve beraberindeki tadilatlar ve kankiyle uzun zamandır konuştuğumuz uzun eminönü turunu da sığdırdığım düşünülürse, (dilerim) deliksizce dinlenebileceğim bi tatile artık ne kadar ihtiyaç duyduğum da anlaşılabilir...

.

gerçi yaz da bitti bitecek ama neyse, benim hala umudum var...
.

19.08.2009

kırmızının mutfağından, part 1

.



daha önce bir postta, yemek konusunun benim icin öneminden bahsedip, artık bu konuda daha fazla post yapacağımı falan yazmıştım... nerdeee.... geçen sürede daha bi anladım ki, yemek konusunda yazmak cidden özen isteyen, çok zor bir iş...

denediğiniz tarifi, hem tadı hem görüntüsü güzel olacak şekilde yapabilmek, henüz sunulmadan, doğru saatte, doğru ışıkta fotoğrafını çekebilmek, malzemeleri ölçülebilir miktarlarıyla hatırlamak ( ki bu benim için hayli zor, çünkü çoğu zaman unu, tuzu vs. hep göz kararıyla koyuyorum, tarifleri her seferinde biraz farklılaştırıp, başka malzemelerle falan denemezsem rahat edemiyorum, vs.), ve son olarak da anlaşılabilir cümlelerle yapılışını anlatmak...

neyse madem bunu beceremiyorum, bari ara sıra yaptıklarımın fotoğraflarını burada paylaşıym dedim... buyrun bu da, part 1...

ps: resimdekiler saat yönünde; krem karamelli kek, lorlu kurabiye, lorlu kolay poğaça ve balkabaklı pasta...

17.08.2009

kopyala, yapıştır; pardon, takıştır...


bu küpeyi, taaa sezon başında beğenmiştik, nine west te... o zaman pahalı gelmişti, indirime girsin bi bakarız demiş, geçmiştik... sonraa, geçen gün kankim bana bi süpriz yaptı... unutmamış, gitmiş malzemeleri almış ve kendi elceğiziyle yapmış ikimiz için de... ne diyim, harika bi çalışma, ellerine sağlık şeker...

13.08.2009

ann demeulemeester lace up boots...




ann demeulemeester in tüm tasarımlarına bayılıyorum... ama hepsinin içinde bu botların yeri ayrı nedense... geçen sene ilk gördüğüm andan beri aklımdan çıkmıyor bi türlü... bi de netteki araştırmalarıma göre gördüm ki fiyatı da bi garip, hani ne gözüm görmez alır geçerim denecek mertebede, ne de amaan nasolsa ulasamam denecek kadar yüksek... bi gün bi delilik yapicam diye korkuyorum...




bu botlardan bende olsaydı, şöyle biseylerle giyerdim heralde... gerçi şuradaki arkadaş türlü türlü kombinlerle giyip, bi de ne kadar rahat olduğundan bahsedip bahsedip, beni delirtiyor ama neyse...

12.08.2009

kısa özet...


- tatil beklediğim gibi geçmedi, malesef teyzemin aniden tansiyonu yükselince birkaç kez hastaneye gitmek, her defasında birkaç saat orda kalmak zorunda kaldık... kalan zamanlarda da teyzemin yanından ayrılmak hiç istemedik... hepimiz için kabul etmesi çok zor ama, o artık bir tansiyon hastası ve ömrü boyunca ilaç kullanacak...
- son gün dışında deniz ve plajla temasımız, denize git, yüz, çık ve dön şeklinde oldu... hala hiç güneş gömemiş gibi beyazım...
- babamın sağlığı iyiydi, ama görüşmediğimiz sürede bizden sakladıkları bir ambulans ve hastane gözetiminde bir gece macerası daha olduğunu öğrendim... sebep annemin panik yapıp, hafif tansiyonu düşen babişe, daha da tansiyon düşüren bir ilaç vermesiymiş...
- tatilin son günü, tam kadro, aile olarak geçirdiğimiz tek gündü, ve tüm tatile bedeldi...
- dönüş yolunda, en yakin arkadaşlarımdan birinin babasının, malesef beklenen sona geldiğini öğrendim... inanılmaz sarsıldım...
- istanbul dönüşünde, babişin yarım gün sürecek testi için gittiğimiz hastaneden, üç günde çıkabildik... neyseki bu üç günün sonunda, kısmen yerine gelmiş moralimiz daha da düzeldi... aldığımız sonuçlar ve neticesindeki yorumlar, artık normal hayatımıza dönüş için bi başlangıç oldu...
- şimdi yine işlere gömüldük, gerçek tatil hayalleri de ay sonundaki alaçatı programına kaldı...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...