30.07.2009

ahh tatil, sen ne güzel bi'şeysin...



birkaç gün güney ellerdeyiz, hem de aileyle... daha ne isterim...

27.07.2009

tebrik ediyorum...



.
uzun yıllardır geçirdiğimiz yazların, nerdeyse en soğuk, rüzgarlı, kapalı gününü, bu yazın en sıcak günü, sıcaklık 42dereceyi bulacak, evden çıkmayın vs. vs. diye duyuran meteoroloji idaresini...
.
hayatımızda ilk defa istanbulda deniz organizasyonuna heveslenip, günler öncesinden program yapıp, güzel güneşli bi gün hevesiyle uzunya ya gitmek için bu günü seçtiğimiz için bizi...
.
hava ile ilgili tüm olumsuzluklara rağmen, iki küçük bebeği hiç sorun etmeden uzunya nın açık terasında kahvaltı, kahve keyfi, meyve, sohbetle 5 saat geçirip, ardından işi yine deniz kenarı ve tabiiki rüzgarlı set balık ta akşam yemeğine kadar götüren sevgili arkadaşlarım, iki muhteşem anneyi...
.
gerçekten tebrik etmek istiyorum...

24.07.2009

ohhh valla...


.
bu aslında dünün postu olmalıydı, ama konser postunu bi türlü yayınlayamadığım için bugüne kaldı...
.
önceki gün nedensizce çok keyifliydim... akşam işten makul bi saatte çıkıp eve geldim, hava sıcak, yemek saatine yaklaşık iki saat var, ben de hemen bi aperatif hazırlıyim ve italya dönüşü free shoptan aldığım limoncello yu farklı bi şekilde deniyim diyip, limoncellolu buzz gibi bi mojito hazırladım kendime... şekerini biraz az koyup, standart reçeteye limon likörünü de ekledim, ölçüsü yok, göz kararı... başarılı bi çalışma oldu, tabii ki bi tane kesmedi, sonra bi tane daha kendime, sevgili gelince 1 tane de ona yaptım...

.

.
mojitomu yudumlarken, kankimin hazırladığı oldies bu goldies albümümü koydum cd player a, bi yandan dans edip bi yandan da bir gün önce tamamladığım puzzle ımı yapıştırdım... evet birkaç aydır evin çeşitli köşelerinde ordan oraya yer değiştirip durdu, hatta eksik parçasız biteceğine hiç mi hiç ihtimal vermiyordum ama, görüldüğü üzre tastamam bitti...

.

.
haa o gün bi de, milano dönüşü orda o kadar ayakkabıcıda bile tam istediğim tonu bulamadım, şansımı deniycem diyip, tam 7 gün önce, evet doğru duydunuz tam 7 gün, go jane den sipariş verdiğim ayakkabılarım geldi... siparişin asıl hedefi fuşya rengi babetlerdi, zira ben tam 2 senedir tam istediğim tonda fuşya, baharda da giyebileceğim kapalı bir babet bulamamaktan yakınan bi insan evladı idim!!! bunlar tam istediğim renkte çıktılar... diğer pembeleri de, o kadar sipariş veriyorum tek bi tane olmasın diye eklemiştim sepete, onları da ayrıca sevdim, ayakta yok gibiler... bu arada go jane beni cidden şaşırttı, söylediğim gibi siparişi önceki çarşamba vermiştim, tam 7. günde elimdeydiler... ve kaliteleri de umduğumdan çok iyi çıktı, ayakkabıların birine 16, digerine de 10 dolar verdiğim düşünülürse...
.
bu fuşya babet konusu da böylece kapanmış oldu, sen sağ, ben selamet... buradaki sen, sevgili oluyor... zira o da hiyli sıkılmıştı, gördüğüm her ayakkabıcıda fuşya babet bakmamdan...

.

23.07.2009

kırmızı U2 konserinde...

.
bu tatilin çıkış noktası ve asıl amacı benim bu yıl için gerçekleştirmek istediğim maddelerde önemli bi yere sahip olan U2 konseriydi... gerci o maddeleri yazaken daha U2 nun bu sene album çıkarıp, turne yapacağını bile bilmiyordum ya... bi de yurtdışı tatilimi konsere denk getirmek istiyorum demiştim, tam tersi oldu, konsere gore tatil planladık... aslında londra konserine ayarlama yapabilseydim, iki maddeyi aynı anda gerçekleştirmiş olucaktım ama, iş programı, teslimler, mağaza açılışları gibi şeyleri konsere göre planlamak pek mümkün değil malesef...
.



.
konserin, en etkileyici detayı, lansmanda da üzerinde bolca durulan sahnesiydi elbette... gercekten 360 derecelik bi gorus imkani saglamişlardı, ama ne olursa olsun yine de yuzlerinin surekli donuk olduğu bi hakim yön vardı... ve ben gecenin o saati neresi olursa olsun diye aldığım biletleri bu hakim yönden almışım ya, adamların totolarını izlemedik neyse ki...
.
konserle ilgili benim tek odak noktam u2 yu canli izlemek olduğu için, süresiymiş, içeriğiymiş, ön grupmuş, hiç böyle şeylere takılmadan, tamamen herşeye hazırıklı gitmiştim... ama, gerek seçilen şarkıların içinde u2nin artık marş olmuşlarının da atlanmamış olması, gerekse konserin nerdeyse kesintisiz 2.5 saat sürmesi, hem girişin hem de çıkışın bu derece sorunsuz çözülmüş olması gibi şeyler de olayı benim için daha bi muhteşem kıldı...
.


.
sahne başlı başına, hani nerdeyse konserin kendisi kadar etkileyiciydi... san siro gibi, saha içiyle birlikte 100.000 kişilik bi stadi bile tüm ışık oyunları, efektler, renkler vs. ile sanki çok daha küçük bi konser salonundaymış gibi içine alıp, havaya sokmayı beceren başarılı bi çalışmaydı... bi de ekran mevzusu var tabi, 360 derecelik dev ekran, fotograflarda da ilt ve ust fotografta farkli olarak görülüyor, bir anda sahnenin üstüne inen bi helezon gibi oldu... dıştaki yuvarlak sahneye ulaşim sağlayan köprüler hareketliydi falan, hepsi cidden inanılmaz etkileyiciydi...
.

.
u2 konseri politikasız, sosyal mesajsız olur mu, olmaz... nobel barış ödülü sahibi Desmond Tutu'nun afrikanın kalkınması konusundaki çabaların devam ettirilmesi yönündeki isteğini dile getirdiği video mesajının ardından bono berlusconi ye bayaa bi çattı, berlusconi nin fakir ülkelere yardım için söz verip sözünde durmadığını, evsahipliği yaptıkları g8 de önemli kararlar vereceklerini anlatıp ben sadece şarkı yazıyorum, onlar tarih yazabilir diye sözünü bitirdi... pride ı söylerken, dev ekrana myanmarda askeri yönetimce ev hapsinde tutulan, nobel barış ödüllü siyasetçi Aung San Suu Kyi'nin resmi yansıtıldı ve ellerinde Kyi maskelerini taşıyan bi sürü genç sahnede yürüyüş yaptı, sunday bloody sunday i martin luther king e itafen söyledi, bir ara da filistin olaylarıyla ilgili konuştu ekranda yukardaki arapça yazılar çıktı... ne yazdı anlamadık tabiii...
.
konserin en güzel anlarından biri de, bononun micheal jackson anısına angel of harlem i söylemelerinin ardından, "man in the mirror" ve "don't stop til you get enough" tan parçalar mırıldanarak, sesinin gitgide kısılması karanlıkta yavaş yavaş kaybolmasıydı... bu gerçekten çok anlamlı ve etkileyici bi şovdu...
.
bi de, kızını sahneye çağırıp şampanya patlatarak doğumgününü kutlaması da ççookkk hoşştuu...
.
e artık bu kadar keyiften sonra, sevgili izninle, bu uzak diyarlarda beni kimse tanımaz diyip şöyle ergen kızlar misali bii 'boonooo' diye bağırmadan bitirmedim konseri...
.

21.07.2009

kırmızı venedik ve floransada...


.
programda pazar günü de venedikteydik... venedik inanılmaz etkileyici biyer, bence gidip de büyülenmeyecek insan yoktur... biz sabah 9da ordaydık ve ilk olarak bi tekneye atlayıp, büyük kanalda ilerleyip meydana gittik... varır varmaz kendimizi kanalların, binaların arasında bulunca da, kalakaldık resmen... sevgili de beni o bakakaldığım anlarda çekmiş tam...
.

.
biz venedikte bol bol yürüdük, mümkün olduğunca çok sokak, köprü ve meydan görmek için ciddi bi efor sarfettik... ama orada insan bu büyüye hemencecik kapılıveriyor ve haritaya bile bakmadan sokaklarda kıvrılırken buluyor kendini... çok vıcık vıcık bi romantizmimiz yoktur ama evet itiraf ediyorum, o sokakta öpüşen çift biziz... biz yine gelenegimizi bozmadik sevgiliyle, farkli bi gölge fotogramiz daha oldu, bu seferki venedik sokaklarında...


.
ortamın etkileyiciliğinin en önemli sebeplerinden biri de bozulmamış dokunun bütünlüğü... bu taş binalar için, yine taştan yapılmış -zil, posta kutusu, diafon- üçlüsü ve bunun envai çeşit farklı tasarımlarına ben bayıldım...


.
sizce de bu mavi tekne, birazdan mr. bond koşarak gelip tekneye atliyacak ve tüm kanalları darmadağın edecek bi kovalamaca başlıyacak gibi durmuyor mu...


.
sonraki gün floransadaydık ve oradaki ilk günümüzün sabahını pisa, öğleden sonra ve akşamını sienaya ayırmıştık... pisa bence epi topu 1 saatlik bir tur, hatta şöyle söyliyim oraya gidip ' hıım gerçekten yamukmuş' diyip dönülecek biyer... ama bizim için malesef öyle olmadı, söylediğim gibi 1 saatlik turumuzu tamamlayıp sienaya geçmek için istasyona döndüğümüzde, o gün tren yollarinda grev olduğunu ve bizim bilet aldığımız da dahil bi sürü trenin iptal edildiğini öğrenip, küçük bi şok yaşadık... bırak ordan sienaya geçmeyi, akşam 18.30 da floransaya dönebildiğimize şükrettik... o gerginliğin üstüne biz de, bize tavsiye edilen santa croce meydanındaki bi restorana ( baldovino) gidip güzel bi ziyafet çektik, üstelik şansımıza o akşam meydanda bir de güzel bi klasik müzük performansı vardı...
.

.
italyayla ilgili kahve olayından bahsetmemek olmaz... T tabacchi yazan dükkanların tümünde güzel kahve var... biz sürekli olarak benim 'mekanın biraz ruhu olsun' diretmelerim sebebiyle resimdeki gibi hoş pastane ya da brasserileri tercih ettik, bir iki tanesi de zaten tavsiye edilmişti, çok yerinde diretmelermiş... kahveyi, italyanların da yaptığı gibi barda alıp, içip çıkmak adetten... bi de masada oturursaniz, hem kahveye iki misli para veriyorsunuz, hem de masa parası... bu arada hayatımın en güzel kahvelerini içtim desem çok da şaşırtıcı olmaz herhalde...
.


.
floransada ponte vecchio, köprü üstü sokak görüntüsü ve algısıyla çok ilginçti... köprüdeki dükkanlarin çoğu kuyumcuydu, ve anladım ki, kuyumcu dükkanlarının vitrinleri heryerde aynı...
.

.
insan 'eh işte italya ve fiat' diye düşünüyor ama hiç de öyle değil, fiattan çok alman ve japon arabaları burda da hakimiyetini ilan etmişti... ama arada bir fiat 500 görmedik degil, bu da bi tanesi... ben yakından ilk defa gördüm, ve evet gerçekten sarılıp kucaklayabileceginiz kadar küçük...
.
.
floransada şehir manzarası da cidden çok etkileyici... ortasında nehir var ya, bana hemen prag ı anımsattı... burada bahsedilmesi gereken en önemli şey, floransa katedralinin boyutu bence... fotografta da algılanabiliyor, katedral ve tabii ki o meşhur kubbesi şehir oranlarıyla o kadar alakasız ki, sanki uzaydan buraya ışınlanmış gibi...
.

.
floransa katedralinin yapımı birkaç yüzyıl sürmüş, son olarak kubbe kısmını, açılan yarışmayı kazanıp Brunelleschi tamamlamış... ama ne kubbe... tepesine çıkmak için tam 467 basamak tırmanmanız gerekiyor, yani yakalış 25 katlı bi bina... kubbe açıklığı 42m ve içiçe 2 katmandan oluşuyor... iç kubbe biraz daha basık, üst kubbenin oranları ise daha sivri... va bu kubbenin en önemli mimari özelliği de iskelesiz inşa edilmiş olması... turistik bilgi yok dedim ama dayanamadım yine... fotoğraflarda kubbeye çıkan süper klostrofobik merdivenler ve iç içe 2 cidar görülüyor zaten...
.
floransayla ilgili son olarak, muhteşem bi dondurma adresi de vereyim... yolu geçen olursa şiddetle tavsiye ediyorum, perche no!
.
bi de unutmadan, milano da tadı hala damağımda kalan, abartısız hayatımın en muhteşem pizzasını yediğim yerin adresini de vereyim spontini pizza... ne kadar iyi bir insanım di mi... çok sürprizli bi mekan, burda anlatmıyım, gidenler orda deneyimlesin en iyisi... bize de milano da yaşayan bi tanıdığımız tavsiye etmişti... ona ve bana sayfalarca gezi notları gönderen S., A. ve M. ye tavsiyeleri için ne kadar teşekkür etsem az...
.
gezimizle ilgili şimdilik aklımda kalan detaylar böyle... şimdi sıra, gezinin asıl çıkış noktası olan konser postunda...

18.07.2009

kırmızı milanoda....


tatilden döneli tam bir hafta oldu aslında, ama öyle yoğun bi haftaydı ki, ancak bugün biraz kafamı toparlayıp, tatille ilgili yazmak için fırsat yaratabildim... aslında öyle çok uzun değil, epi topu 7 gece 7 günlük bi tatildi ama bu 7 güne 3 şehir bir de konser sığdırınca (ki o başlı başına bi post konusu) insan nerden başlasam, neleri anlatsam, neleri es geçsem diye kalakalıyor... bi şekilde başladım ama darma duman bi yazı olacağına şimdiden şüphem yok... en iyisi klasik aydınlatıcı bi gezi yazısı olmasındansa, ne de olsa o tip postlar bir çok gezi blogunda hakkıyla yapılıyor, beni etkileyen kısımlardan bahsetmek...
.
biz tatili, konserin çarşamba akşamına denk gelmesi sebebiyle, biraz garip böldük... milanoya indiğimiz cuma ve sonraki cumartesi günü ve gecesi milanoda, pazar venedikte, pazartesi,salı floransada, çarşamba öğleden sonra itibariyle cuma akşamına kadar yine milanodaydık... turla gitmedik, herşeyi önceden kendimiz ayarladık, zira yurtdışı turu denen şeyler uygun uçak ve otel dışında bir işe de yaramıyor bence... sonuç olarak biraz yorulduk, ama tatlı bi yorgunluk, üstelik dönüşte tartının 50 yi göstermesi de bonus...
.
milano, genelde anlatıldığı gibi şık ve elit bi şehir... sanırım gerçekten oraya giden insanlarin en büyük amacı alışveriş... hiçbi şehirde bu kadar çok, bununla beraber bu kadar hınca hınç dolu ve talan edilmiş mağaza görmemiştim... alışveriş çılgınlığı avrupalılık falan dinlemiyor anlaşılan, bizdeki inirim zamanı mango, bershka vs. nin durumu artık daha normal gözükmeye başladı bana...


mağazalarda genel olarak vitrinler etkileyiciydi... yukardakiler o nitelikte değil tabiii... soldaki vitrindeki jelly plaj çantaları çok şirindi... sağdaki vitrin de vintage bi dükkan ve çilekli takımın etiketi dolce&gabbana idi... gördüğüm en komik kıyafetti diyebilirim, herlade çakmadır diye düşündüm...



bu da şık vitrinlerden biri... via del spiga da... bu sokak ve bunun bir üst paraleli napoleon du sanırım, lüks mağazaların yanında farklı araba ve motorlar açısından da hayli doyurucuydu... bu mağazaya girmedim, ama satış alanından vitrin için bu kadar m2 ayrılması pek görülür bişey değildir, takdir ettim...



via del spiga... ambians muhteşem ve kırmızının ağzı kulaklarında...




milano da, apperativo diğer adıyla happy hour çok fazlaca yaygındı, mutlaka yapılması gerekenlerdenmiş... buradaki sistemde akşamüzeri 17den 21e kadar sadece içtiklerinizin parasını ödüyorsunuz, barlarda yukarıdaki gibi büfeler var, yedikleriniz sınırsız ve ücretsiz... biz tavsiye üzerine via del brera da böyle bi akşam geçirdik... buzlu buzlu mojito lar yorgun bi akşamüzerinde ne kadar iyi gitti tahmin edebilirsiniz...


şehirde daha doğrusu bizim gördüğümüz şehirlerde bi sürü yerde böyle sevimli çeşmeler var... biz yine tavsiye ile su ihtiyacımızı çoğunlukla bu çeşmelerden sağladık... market vb. den aldığımız suların tadı da sertliği de bizim alıştığım nitelikte değildi malesef ve bu çeşmelerden akan suyla arasında hiç fark yoktu... bu çeşmeden su içme işi çocukluktan kalma hayal meyal bi anıydı, bu yüzden de acaip sempatik geldi bize...


beğendiğimiz diğer bi cadde de corso como ydu... burası da zaten pek meşhur bir yer... 10 corso como nun hem mağaza hem de cafe kısmının cidden çok güzel bi ambiansı vardı, ve onca güzel tasarımı bir arada görmek delirticiydi... aynı caddenin sonunda da cargo hightech var... burası da bisürü tasarım ürünü birarada gördüğümüz bi mağazaydı... ürün çeşitliliği mudo city gibiydi, tabiii onu en az 10la falan çarpın kafanızda... resim 10 corso como dan henüz çıkmış kırmızı, biraz kendine gelmeye çalışıyor...



burası da milanonun duomo bölgesindeki meşhur barlarından birinin önü... bu fotoğraf sanki orda bir olay olmuş da insanlar toplanmış gibi duruyor ama ortamın bununla uzak yakın ilgisi yok... o kalabalığın içi, ellerinde içkileriyle, işten çıkıp ya da evden hazırlanıp gelmiş son derece şık, trendy insanlarla dolu, sokak müzikten inliyor, ve saat daha akşam 9 falan...
.
milano sokaklarındaki bir diğer dikkat çekici durum da, malum süper çıtır modellerdi... ben şimdiye kadar hiç bu kadar uzun, ince, güzel kızı birarada görmedim, heralde görmem de... bu tiplerin tümünün 1.80 civarında ve herhalde 50yi bile bulmayan kiloları ve güzel giysileriyle sokaklarda köpek gezdirip, mağazalarda fink attığı düşünülürse, ortamın ne derece moral bozucu olduğu da anlaşılabilir...




milano da bi yarım günümüzü de como gölüne ayırdık... şimdiden söyliyim, öyle brad pitt, david beckham, george clooney görücem derseniz ( tamamen alfabetik sırayla yazdım, hepsini ayri ayri beğenirim) sabah 8den akşam 8 e tam bir tura çıkıp gölün tüm noktalarını gezmeniz gerek, bizim gittiğimiz gibi kısa turlarla bişey görülmüyo... genel ambians resimdeki gibi, hayli sakin ve huzurlu... adamlar işi biliyo tabii, oralarda ev alıyorlar kendilerine...
.
bu noktada artık floransa, venedik ve konserle ilgili farklı postlar yapmaya karar verdim, zira bu kadarını yazmak bile hayli zormuş... hakkıyla tatil anılarını ya da gezi notlarını yazanları daha bi tebrik ediyorum...
.
to be continued...

17.07.2009

yogaya niyet, alışverişe kısmet...

çarşamba akşamı ofisten çıkıp, kendimi zorlaya zorlaya nişantaşı yolunu tuttum, en az iki haftadır aksattığım yoga derslerime geri dönmek üzre... bu aralar sıcaklarla birlikte acaip zor geliyor yogaya gitmek, ama buna keza her ders çıkışında da iyiki gelmişim diyorum, bu da ayrı bi konu...

neyse sanırım o gün kalbim ayrı bir temizmiş, başka bişey de istesem olurmuş ki salona gittiğimde ders için gelen yegane kişinin ben olduğunu öğrendim ve tek kişilik ders miii hayııırr diyerek attım kendimi nişantaşı sokaklarına...

bu sene indirimlerin başladığı haftalarda yine istanbul dışındaydım, önceden beğenip kenara yazdığım hiçbirşeyi alma şansım yok artık diye söylenirken, tam istediğim tonda mavi bir elbise, siyah bandage etek ve sezonda beğenip aklımda kalan taba ayakkabıları denerken buldum kendimi... pembemsi turumcumsu yelek ve zara da bulduğum basic bi kaç penye de bonuslarim oldu...

bu aralar bu bandage skirt olayina girmiş durumdayım... geçen ay da, sagolsun benim kokoş kardeşimin çok yakıştı, incecik gösterdi vs. diye gaza getirmeleriyle iki tane böyle bandage parça almıştım... biri şu nerdeyse tüm moda bloggerlarında gördüğümüz h&m iki renkli elbise, diğeri de jean görünümlü jarse, penye arası bi etek... şu an üstümde hatta...

aman allahım, dapdar etekler ve ben, değişiyor muyum ne...

14.07.2009

vogue temmuz 09


yurtdışına, hele de italyaya, bi de modanın başkentlerinden milano ya kadar gidip, bu hazzı vogue un sonbahar kış özel koleksiyon sayısıyla tamamlamamak olmazdı...

uzun uçak yolculuğunda,sevgilinin beni; 'nerdeyse içine düştün, seni gören de gözlerin bozuk falan sanicak' diye uyarmasıyla dergiye makul bi uzaklıktan bakmaya devam ettim... tek kelimeyle içine düşmüşüm yani... the barbie issue ya da ayrıca bayıldım... kesinlikle saklanacak bi edioryal omus...

tabii bi de, kafayı toplayıp, zaman ayırıp, tatil ve de konser detaylarıyla ilgili yazmak istiyorum... bi sürü de fotografim var... bakalım bu yoğunlukta başarabilecekmiyim...

1.07.2009

gidiyor muyuz...



Konser biletleri
Vizeler
Uçak biletleri
Otel rezervasyonları
Şehirlerarası tren biletleri
Gezi kitapları
Seyehat çantaları
Transferler
Gerekli Bilgiler
Arkadaş tavsiyeleri
Bavullar
Motivasyon eh iştee...

hayat bayram olsa...


hayat bayram olsa, ama değil... geçen son iki haftada bunu ilkilerime kadar hissettim malesef... birden bire gecenin bi yarisi gelen bir telefon hayattaki ne çok şeyi etkileyip, insani ne çok sarsabiliyor... en çok böyle deneyimleri yaşayınca, şükretmeyi ve her güzel anın kıymetini bilmeyi anlıyor galiba insan...

babama, bilmeden yaptığım gemici düğümünü sorabildim, bana başka birkaç tane daha öğretti hatta... soramayabilirdim de, çünkü biz aslında sadece ikinci kez şanslıydık... 20 yıl sonra aynı gün, aynı tarihte ve yine benim doğumgünümde ikinci kalp krizini atlattık... çok şükür...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...